8 Nisan 2012 Pazar

Çin Kitabı

İÇİNDEKİLER

İçindekiler

Olası Metinler

Bölüm 1 : Siyaset ve Tarih

1998

Çinliler Çingeneler’e Ne Borçlu?

1999

Mao He Lao
Çin Seddi Kimlere Karşı Yapıldı?
21. Yüzyıl’da Çin

2000

Çin 2000 İçin: Giriş
Çin ve Savaş
Çin ve Uzaycılık
Çin ve TC
Çin ve Casusluk
Çin ve Ölü Soyuculuk
Çin ve Ateist Engizisyon
Çin Tayvan’ı İşgale Hazırlanıyor
Çin’in Geçmişi
Çin ve Uzaycılık: Taykonot Nedir?
Çin ve Uyuşturucu
Çin’in Bilgisayarlaşması

2001

Çin-Pakistan vs. Rusya-Hindistan : Değişik Bir ‘Doğu-Batı vs. Kuzey-Güney’ Eksenlemesi Denemesi Üzerine Notlar
Ejderha Kartalı Öptü

2006

Çin’in Geleceği
Çin-Rusya Doğal Gaz Boru Hattının Geleceği
Çin Yeterince Hızlı Bilgisayarlaşacak mı?
Çinliler’e Gelecek İçin Öğütler
Çin Mermerlerimizi Ne Zaman Bitirecek?
Çin-Hindistan Yakınlaşması
Çin Rezervlerini Ne Yapacak?

2007

Çin Uydu Düşüren Füze Test Etti
Çin Uçak Gemisi Yapacak
Çin’in 1980 Kuşağı
Çin’de Borsaya Ürküten İlgi
Bir Çin Rüyası mı, Yoksa Kabusu mu?
Çinli Kastelli
Çin Kürtler’le Flörtte
Çin x ABD
Çin ABD’yi Elindeki Dolarları Satmakla Tehdit Etti
ŞİÖ Vektörleri
Çin Parası Öldürür

2008

Çin’in Hakkından Ne / Kim Gelir?
Orhan Pamuk Çin Seddi’ni Aştı
Çin-Japonya Anlaşması
Çin ve Türkiye’nin Aile Yapısı

2009

Çin ve Ebay
Çin Kaç Milyar Dolar Satacak?
Çin Yumurtaları Ayrı Sepete Koyuyor
Çin-Türkiye 2010 Momenti
Çin, Türkistan ve Türkiye
Çin Şirket Avında
Çin Mermer Fabrikalarımızı Bitirdi

2011

Çin İç Piyasasına Yöneliyor
Çinliler Çinliliği Anlamıyorlar
Tarihin Poposunu Çin’den Kurtarmak

Bölüm 2 : Sinema : Hong Kong ve Çin

John Woo
Ang Lee
Tsui Hark
Zu Yimang
‘Adsız Kahraman’ ‘Adı Kahraman’a Karşı ya da Kanım Kahraman ama Fazım Plazma : Sinemada Çin Ana Akımı
Bolywood-Hong Kong Sineması Karşıtlığı
Çin Sineması Birinci Dalga Akımda Neden Yitirdi?
‘Aristo-Lao Tzu Dönüşümü’ Senaryo

Bölüm 3 : Felsefe ve Mantık

Aristo-Lao Tzu Proto-Sentezi
Sun Tzu - Konfiçyus - Lao Tzu Triyalektiği

Olası Metinler

2. Sanayileşme
Çin ve Robotlaşma
Çin ve Ölümsüzlük
Çin ve Yazılımcılık
Çin ve Klonlama
Çin ve Mars

İnsan
Çin ve Kadın
Çin ve Aile
Çin ve Proleterya
Çin ve Entellektüeller
Çin ve Ayrallar

Dünya
Çin ve ABD
Çin ve Rusya
Çin ve AB
Çin ve 3. Dünya
Çin ve Tibet

Özel / Mikro / Tikel Konu
Çin ve İdam
Çin ve Çevre Kirliliği
Çin ve Tüketim
Çin ve Sağlık
Çin ve Güzellik

ÖNSÖZ

Çin kitabı, uzun yıllardan beridir yazmak istediğim bir monografi idi. Sonunda tamamlandı.

Japonya monografisi, buto ve animeye olan özel ilgim nedeniyle, çok daha önceden ve daha çok sanatın kültürolojisi ağırlıklı olarak ama çok daha kısa olarak yazılmıştı. Böylelikle ikisi diyalektik bir etkileşim içinde olacak.

Çin monografisi ise, ağırlıklı olarak siyaset ve gelecekbilim konusunu içeriyor. Çin tarihteki birçok kavramın yeniden tanımlanmasına neden olacak. Aslında oldu bile. Lao Tzu’nun diyalektik tanımı, Batı’dan tümüyle habersiz olarak, bir anti-tez yarattı. Çin Devrimi, hem Rusya’ya, hem de Batı’ya, o zamanki konumuyla (Marx’ın devrimin olacağı ülkeler olarak gösterdiği) Almanya’ya ve ABD’ye anti-tez yarattı. Çin’in uzaya insan yollaması, tüm AB’ye anti-tez yarattı, çünkü onlar ilk füzeyi yapan Goddard’ın bir AB’li olmasına karşın, bir türlü uzaycılığı beceremedi. Pakistan’a, Kuzey Kore’ye ve büyük olasılık İran’a atom bombası bilgileri aktararak, nükleer klübe anti-tez yarattı ve aynı zamanda onu genişletti. Tek çocuk sınırıyla, hem 3. Dünya’nın (özellikle Hindistan’ın) hızlı nüfus artışına, hem de AB’nin gönüllü nüfus azalışına anti-tez yarattı. Bu kadar sürede, bu kadar kalabalık bir değişim kümesi yaratmayı, eski 1. Dünyalılar becerememişti, onları geçti, 2. Sanayileşme benzerini yapmaya başladı.

Ancak Çin, her alanda bu kadar aktif değil. Klonlama ve robot konusunda oldukça gerilerde görünüyorlar. Tabii muhalefet şerhimiz saklı, uzaya gideceklerini de kimse bilmiyordu. Kask ile beyin emirlerini bilgisayarlara ve makinelere iletme konusunda, bşkalarının bilgileriyle pekala bir sıçrama yapabilirler (ya da yapmış olabilirler), çünkü henüz herhangi bir alanda telif bir şey yapmadılar.

Ayrıca, Çin her zamanki Çin: Asyalı makro güç ve kültüründe narsisizm var. Kendilerini gerçekten üstün görüyorlar. Yöneticiler, gerçekten çok gerçekçi ve o denli de acımasız. (Burada Ziya-ül-Hak’ın halkına ot yedirip, atom bombası yapmasını anımsayalım. Bu tarz bir güç ve iktidar anlayışı şimdilerde Batı’da yok.)

Dolayısıyla ‘Çin 1995-2020’, hakkında muhakkak bir monografi yazılması gereken bir konu idi. 2020 sonrasında o da giderek post-modernist’çe muğlaklaşacak. Tabii o zaman artık, Hindistan ve Brezilya da devler klübüne girmiş olacak, dolayısıyla global denge bir kez daha yeniden tanımlanacak.

Çinliler, Lao Tzu’nun ‘Tao te King’ini, çevrildiği dillerden yeniden Çince’ye çevirirlermiş ve onu yeni bir kitap sayarlarmış. Bu kitap da öyle: Türkçe’de ve Çince’de bambaşka anlamlar taşıyacak, onların filmlerinin, Çin’de, Hong kong’da ve Türkiye’de bambaşka anlamlar taşıması gibi.

Bu kitabı en çok Çinliler için yazdım.

(Temmuz 2007)

Çinliler Çingeneler’e Ne Borçlu?

Çingeneler’in ataları olan Kuzey Hindistanlı Ganj ve İndüs uygarlıkları sayesinde Çinliler, Anadolu’dakilerden sekiz bin yıl sonra, günümüzden üç bin beş yüz yıl önce, kendi ilk kent uygarlıklarını kurdular.

1200’lerde Cengiz Han dünya fatihi oldu. Danışmanı bir Çinli idi. Bu Çinli sayesinde, neredeyse on bin kilometrelik mesafelerin haritasını çıkarttı, günümüz füzelerinin atalarını ürettirip kullandı. Bir esir olan Çinli, Cengiz Han’ı kırk yıl boyunca Çin’den uzak tuttu. Onu daima batıya yöneltti. Cengiz Han, Kuzey Hindistan’dan geçerken milyon katlı sayıda kişiyi ülkesinden etti. Bunlar, Kuzey Afrika ve Karadeniz’in kuzeyi yoluyla, ta İspanya’ya ve Orta Avrupa’ya dek göç ettiler. Günümüz Çingeneler’i onların soyudur.

Bu durumda Çinliler, Çingeneler’e bir ülke borçlu mu? Çin’de Çingenestan (veya Çingenistan) eyaleti: Kulağa oldukça hoş geliyor.

(21 Ocak 1998)

Mao He Lao

Okunuşu: mao hı lao. Anlamı : Mao ve Lao.

Lao yaşattı, Mao öldürdü. Lao antihümanistti, Mao hümanistti. Lao, Aristo'nun ve Konfiçyus’un antiteziydi. Mao kimin antiteziydi; Marx’ın mı, Engels’in mi, Lenin’in mi? Lao liderliği yadsıdı. Mao liderlikle özdeşleşti. Lao eskiydi. Mao yeniydi. Artık her ikisi de eskiden de eski...

Bunlar; Lao-Aristo Avrasya sentetiğinin moment vektörleri ve/ya gergefleri midir?

(Ocak 1999)



Çin Seddi Kimlere Karşı Yapıldı?

Vakıa aynı rivayet muhtelif: Türkler, Moğollar, Tatarlar... Kısacası kuzeyli göçerler / barbarlar. Zaten Çin Seddi değil, Çin sedleri var. Yapılış zamanları ve yerleri oldukça farklı. Yanlışlıkla, hepsi tekmiş gibi algılanıyor.

(Ocak 1999)



21. Yüzyıl'da Çin

Büyük baraj sistemi bitirilecek.

Nüfus artışı bir buçuk milyarda duracak.

GSMH, dünya ortalamasına ulaşacak. Bu, toplamda en büyük hacimli ekonomi olmak demek.

Emperyalist eğilimleri güçlenecek.

Dünya'nın asker ve malzeme olarak en büyük ordusu Çin'de olacak.

Eski Çin dinleri ile komünizm sentezleri denenecek.

Müslüman / Türki azınlıklar, merkezi yönetime büyük sorunlar çıkaracak. AB ve ABD, Çin'le başedebilmek için yarayı kaşıyacaklar.

Çin-Japonya gerilimi sürecek.

Tayvan, Çin’e katılacak.

(Ocak 1999)



ÇİN 2000 İÇİN

Çin’e Giriş

Çin’i yazmak özel bir edim, çünkü bir çok özgün kültürel niteliği var:

Çin, Yeryüzü’nün halihazırda yaşayan en eski uygarlığı, yanısıra en geç kentleşen örneği.

Tek bir ırktan oluşan ülke olarak tek örnek. Aynı zamanda en kalabalık ülke.

Çinliler, Çince’de kendilerine ‘insan’, diğerlerine ‘barbar’ diyorlar. Yine de, Kore ve Japonya örneklerinde olduğu üzere, kendi ırklarıyla hiç geçinemiyorlar. Barbar Türkler’le ilişkileri daha ikilemsel: Onların vahşetine boyun eğiyor ama onları ehlileştiriyorlar da…

Çin’i çalışmak demek, sürekli ‘dilemma’ ile yüzleşmek demek. Düşünür, güçlüğü gönüllü (‘aporia’) olarak sever zaten.

Bir barbar Tatar olarak, Çin’e gireyim bakayım…

(17 Şubat 2000)


Çin ve Savaş

Mayıs 1999’da ‘Sınırsız Savaş’ başlığıyla Çince bir kitap yayınlandı. (Aktüel, 19-25 Ağustos 1999, Sayfa: 50-52.) Çin ordusunda görevli iki albay, Qiao Liang ve Wang Xiangsui tarafından yazılan kitap henüz İngilizce’ye çevrilmeden fırtınalar yarattı ve 21. Yüzyıl’da Çin’in ‘terörist devlet’ olacağı öngörüsünde bulundurttu.

Kitabın temel savları:

Üçüncü Dünya ülkelerinin ABD ile askeri açıdan başa çıkması olanaksız. Silah satın almak, yalnızca ekonomik çöküntü getiriyor. Öyleyse:

‘Pax Americana’ (veya ‘Pax Yanki’) ancak hiç bir kural tanımayan barbarlar tarafından yenilebilir. Yorum: Çin-Cengiz Han ilişkisi akla geliyor.

Bu açıdan bakınca, terörist besleyici Usame bin Ladin, ABD için Kuveyt işgalcisi Saddam Hüseyin’den daha büyük tehlikedir. Ya da:

Miloseviç, klasik askeri savunma tarzı yerine, İtalya’daki NATO tesislerine intihar timleri gönderseydi ya da Avrupa’nın büyük kentlerindeki alışveriş merkezlerine bombalı saldırılar düzenleseydi, Kosova harekatı amacına ulaşamazdı. Yorum: Doğru ama o zaman da başka sorunlar çıkardı.

Soros’un yarattığı kriz, bireysel mali terörizmin de ne denli etkili olabileceğini gösterdi. Yorum: Bu biraz hayalci bir yaklaşım, Soros kullanıldı, tıpkı yapay 1973 petrol krizinde OPEC ülkeleri gibi...

Snırsız savaş ile, Kore’de 1 NATO’luya karşı, 8 Çinli ölmezdi. Yorum: Tartışmalı: 1984-1999 arasında 1 TC = 1 PKK idi.

Statüko (veya ‘savaş hukuku’) içten içe çürümüş toplumların eseridir. Zaten ABD, kendi dayattığı kurallara kendi uymuyor. Yorum: Doğru, başta soykırım olmak üzere…

Sonuç: Neçayef ve Makyevelli öncüllerdi. Bu nedenle sınırsız savaş, yeni bir kavram değildir.

Çin emperyalisttir: Bakınız: Vietnam ve Hindistan-Pakistan konusndaki dış siyaseti.

Çin faşisttir: Bakınız: Mao’nun yirmi milyon ölüsünden fabrika marşlarına açılan spektrum. Bir de apaçık (en katı-kaba determinist müdahalecilikle) bir geleceği yok ediş var.

Çin ateist engizitördür (ki tarihin biricik örneğidir), iki anlamıyla: Budizm ve geçicice geri dönülmüş Marksizm olarak…

Çin, kestirmeden gidebileceğini düşünerek köylü kurnazlığı gösteriyor. Başarısı, şansa bağlı.

(6 Ocak 2000)




Çin ve Uzaycılık

Şimdiye dek Çin’in iki füzesi, 1997 ve 1998’de düştü. Çin, kuruluşunun 50. yılında, yani 1999’da uzaya insan göndereceğini açıkladı. ABD’li uzmanlar, bu yıl olmasa bile, bir iki yıl içinde bunun mümkün olduğunu açıkladılar.

Çin bunu nasıl becerdi? Kuşkusuz, SSCB gibi… Teknolojik casuslukla… 1999 yılı içinde, ABD’li yetkililer, en önemli askeri sırlarını Çin tarafından çalındığını açıkladılar. Çin ise, buna ‘hırsızların hırsızlıktan yakındığını’ açıklayarak ayınt verdi.

Çin; hem Rusya, hem Japonya, hem de ABD ile her konuda yarış halinde… Hindistan’a karşı ise, kendine dert Müslümanlar’ı varken, ironik bir biçimde Müslüman Pakistan’ı destekliyor ve ona atom bombası bilgisi veriyor.

1957-1969 ABD-SSCB gerilimi, uzaycılığı en az elli yıl ileri aldı. 1986 Çernobil-Challenger ikili kazası sonucu, yarış 14 yıldır fiilen durdu. Çin, buna yeni katkı-itki etkeni durumunda. Abartılırsa, Mars’a ilk inen veya Güneş Sistemi dışına çıkan insanın bir Çinli olması pekala mümkün. Çin; insan, para ve teknoloji etkenlerinin hepsine sahip olduğu gibi, diğerlerinin yitirdiği psişik etkene de sahip… Ancak; 3.000 yıllık Çin kültürünün hiç bir öğesi, uzaycılığın aşkınlık itme vektörüne sahip değil… Bu da, 2050 sonrası için, Çin’in uzaycılıkta tutucu olacağını gösteriyor.

(6 Ocak 2000)




Çin ve TC

DSP-MHP-ANAP koalisyonunun protokolunda, belki de eşine Dünya’da hiç raslanmamış bir madde yer aldı: Çin ile ilişkileri geliştirmek.

TC, Çin’den atom bombası bilgisi ve malzemesi almayı umuyor.

TC şaşırtıcı biçimde, Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını desteklemiyor. Bu, büyük olasılık genelkurmayın belirlediği bir strateji ama işe yarayacağı da kuşkulu. Azerbeycan ve Çeçenistan örnekleri ortada…

1999 yılında çıkan bir habere göre, Dalaman Barajı’nı Çinliler yapacak. Neden? Çünkü Çinliler, Dünya’nın en büyük baraj sistemini inşa edecekler. Bunun için deneyim ve ‘know-how’ edinmek istiyorlar. Barajı bedava yapsalar yeridir.

(7 Ocak 2000)




Çin ve Casusluk

Savaş Sanatı’ndan beri, aslında herhalde daha öncedir Çinliler, casusluk zanaatını işin kutsal kitabını yazacak denli iyi icra edegelmişler. Bunda, ırklarına atfedilen sinsilik huylarının payı olsa gerek. Başından beri yaka silktikleri barbar akınlarına karşı böyle davranmaları da olağan sayılmalı.

Bir sorun, bir Çinli’nin beyaz ırkın içinde casusluk yapmayı, yani göze batmamayı nasıl becerdiğinde...

Bir tuhaflık; barut gibi yüzyılların en güçlü-yıkıcı silahını icat ettikleri halde, bunun yerine yumuşak yıkıcılığı yeğlemelerinde…

1999 yılında Çinliler, ABD’nin en önemli askeri sırlarını çalmayı becerdiler. ABD, zencilerden korktuğu veya karpuz toplar gibi beyin toplanabileceğini sandığı için, sarı ırktan epeyi göçmen kabul etmişti. Arada birilerinin kaynaması çok olağan.

Olayın üzerine Çinliler, ABD ile alay ettiler: Hırsızlar, hırsızlıktan yakınıyorlar. Ancak, Dünya’nın en büyük hacker’ı (Çernobil virüsünü yaratıcısı) da Çin’de yakalandı ve hapse atıldı. Ayrıca, Çin’de internet yasak.

Durum ikilemsel: Çin’in askeri sırları Taiwan’a satılsa, Çin ne yapar acaba? Herhalde atom bombası kullanır.

Çin, büyükdevletleşiyor. Demek ki tarih de ironilerini onun üzerine salacak… Düşünsenize: Bir Türk, Çin’den atom bombası sırlarını çalmış.

(8 Ocak 2000)



Çin ve Ölü Soyuculuk

Hong Kong’da yayınlananan Güney Çin akşam gazetesi, Çin’in idam ettiği mahkumların karaciğerlerini sattığını öne sürdü. Pekin yönetimi, ididiaları yalanladı. (Alıntı kaynağı: 10 Ocak 2000, Yeni Binyıl, sayfa: 15.)

Yorum: Öne sürülen sayı 50 civarında. Oysa, Çin’de her yıl en az 10.000 kişi idam ediliyor. Yalnızca bu elli kişinin mi organları kutsal? Karaciğer nakli için 1.500 dolar alınıyormuş. Sorun, para alınmasında mı? Yakınlarına haber verilmediğine göre, herhalde izin de alınmıyordur. Sorun, bunda mı?

Okuyucu, bu argümanı insanlık dışı bulacaktır. Peki ama 10.000 karaciğeri gömmek, daha mı insanca?

Sorun ölülere saygı mı? Dirisine saygı gösterilmeyen birinin ölüsüne nasıl saygı gösterilir? Her yıl ölen elli milyon kişiyi gömmek ya da yakmak çok mu saygılıca bir davranış biçimi?

Çin, haklı bulunmuyor. Tartışmanın melokomik düzleme taşınmasına karşı çıkılıyor.

Tarih-çe, böyleliğiyle çok acaip. İnsan türü; evriminin iki milyonuncu, tarihinin on bininci yılında, hala gerizekalıca konulara takılıp kalıyor.

Çin, miladi ikinci binyılda ‘Siyasetname’ye çok hoş örneklemeler vermeye devam ediyor.

(10 Ocak 2000)



Çin ve Ateist Engizisyon

Çin, istisnai bir örnek:

1. Budizm’ini Hindistan’dan almış. Kendi özgün kültüründe onu öyle bir yoğurmuş ki bugün altkategori olarak ona yakın özgün yorum var.
2. Lao Tzu – Kung Fu ikilemiyle / düalizmiyle, Eski Yunan’dan en az bir yüzyıl önce makro bir felsefi sistematik kurmuş.
3. Bunların hepsi de, Ortadoğu merkezli üç büyük dinin tersine tanrısız. Buna, ‘deizm’ denebilir, ‘panteizm’ denebilir. Aslında, Batı Avrupa söylemiyle düşünmek uygunsuz olduğundan dolayı, hiç bir şey denmemesi gerekir.
4. 20. Yüzyıl Marksizm’i de, tanrısız. Böylelikle Çin, tarihte bir tanrısızlıktan diğer bir tanrısızlığa geçen ilk kültür. Oysa, genel eğilim, çok tanrılılıktan tek tanrılılığa doğrudur.
5. Üstüne üstlük Çin, hep engizitördü. Burada durumu Hindistan ile örtüşüyor. Nasıl üç Gandi, şiddetsizlik ideolojsinin egemenliğine karşın öldürüldülerse ve bu da tarihin biricik örneğiyse, Çin’in de yumuşak kültürü hep ‘fatal’ olagelmiş.…
6. Birincisi; Çin’in engizisyonu, kalabalık nüfusuna yönelik bir anti-hümanizm içeriyor.
7. İkincisi, Cengiz Han nezdinde somutlaşan barbarların katliamına dayanmak için, katliama karşı öz-katliam engizisyonu sözkonusu. Bir örnekse: M.Ö. 100 yılında, 200.000’er kişilik iki Çin ordusu, en son askerleri ölene dek savaşır. Galip yoktur.
8. Yıl 1950’de bu engizisyon, Tibetliler’e ve dinlerine karşıydı.
9. Yıl 2000’de bu engizisyon, ‘Fong’ tarikatına karşı sürüyor.
10. Yıl 2050’de bu engizisyon, doğdurulmamış nüfusa karşı bir din-metafizik söylem biçiminde olacak.

(10 Ocak 2000)


Çin Tayvan’ı İşgale Hazırlanıyor

Çin, büyük devlet olduğuna iyice karar verdi. Taiwan’ın bağımsız kalma eğiliminde olduğunu anlayınca, anavatana katılmasını, tersi durumda askeri çözümler arayacağını beyan etti. Rusya’nın ve ABD’nin ne yapacağı merakla bekleniyor.

(22 Şubat 2000)


Çin’in Geçmişi

Çin’in ‘bin ev’ dönemi (10. Yüzyıl ?), Asya’nın öbür ucu olan Anadolu’daki ‘beylikler’ dönemine (13. Yüzyıl) oldukça benziyor. Buradan, tarihin devletlerin parçalanması ve büyüklüğe odaklanması arasındaki gelgitlere sıkışık olduğu çıkarsaması yapmak, uygun olmazdı. Yine de karşılaştırma iyidir.

Beylikler olsun, evler olsun; aile veri tabanlıdır ve feodal döneme denk gelir. Araplar’ın ünlü atasözündeki ‘iki kardeş birbirine düşman, kalabalıkta iki kabile birbirine düşman’ ikilemi, burada da geçerli görünüyor.

Çin, yüz elli yıllık sömürgeliğin ardından, yönetim tarzı ne olursa olsun, şu an tarihinin en birleşik döneminde…

(22 Şubat 2000)



Çin ve Uzaycılık: Taykonot Nedir?

Çin, sonunda bu yıl uzaya insan yolluyormuş. Böylelikle, ‘astronot’ ve ‘kozmonot’tan sonra, ‘taykonot’ da olacakmış.

Bu durum, iki gösterge içeriyor:

Bir: Uzaycılık tarihçesi, büyük sayılar kuramına uyuyor, çünkü gerçekten de üçüncü en uygun aday Çin idi.

İki: Çin de, diğerleri gibi, büyük devletliği biçimcilik olarak ele alıyor. Tıpkı spor karşılaşmalarında artık global bir Çin hegemonyasından söz edilebiliyor ama bunun hiç bir tarihçesel içdüşümü olmuyorsa, bu Çin’in gelecekte geçmişteki Britanya gibi olabilceğinin göstergesidir. Oysa daha komünist Çin kurulmadan önce, 20. Yüzyıl’ın başında çinli-global fizikçiler vardı.

(5 Temmuz 2000)




Çin ve Uyuşturucu

Çin’in, Dünya’dan bir alacağı var: 19. Yüzyıl’da İngiltere, Çin’i daha iyi sömürebilmek için, neredeyse on milyon Çinli’yi uyuşturucu bağımlısı yapmıştı. 19. Yüzyıl İngiltere’sinin tarihçesel varisi, 21. Yüzyıl ABD’si. Çin için, ABD elde var bir düşman her zaman… Şu andaki ‘de facto’ konjonktüre göre, asıl beklenebilecek durum şu olabilir: Çin; Peru ve Brezilya’nın Kolombiya’ya yaptığı gibi, yani onun uyuşturucu hammaddesini damıtarak ondan daha çok kazanmalarını, Kırgızistan ve Tacikistan’a yapacak. (Önemli bir vurgu: Kırgızlar ve Tacikler, beyazdan çok, sarı ırk sayılırlar; dolayısıyla ırksal açıdan bu süreç, bir hetero değil, oto faşizm olacak.)

Latin Amerika ülkelerinin Yankiler’e yönelik, 200 yıllık bir kan davaları var. Çin’inse, tüm G7’ye yönelik bir kan davası sözkonusu. Eh, olası işbirliğini bir düşünün. Yeni uyuşturucu maddelerin, rayiç bedellerin beşte birine ABD’ye aktığını… Çin’in geleneğinde afyon olduğu için; üç beş milyon suçlu üzerinde, idam yerine zorunlu gönüllü deneyler yapılıp bu maddelerin sentezlenivermesi çok olağan…

Acımasızca mı? Kavimler Cemiyeti, Çin katledilirken neredeydi? Çin’i 1975’te kabul etmek BM’nin haddine mi düşmüş?

Anlaşılacağı üzere, yeni yüzyılda daha çook faşizm var.

(20 Temmuz 2000)




Çin ve Bilgisayarlaşma

Çin, saniyede 384 milyar veri işleyebilen bir süper bilgisayar yaptığını ve bunun dünyadaki 48. en hızlı makine olduğunu açıkladı. (Yeni Binyıl, 30 Temmuz 2000, Sayfa: 13.)

Çin, bunu nasıl becerdi? Kuşkusuz yine casuslukla… Çok daha iyisini de becerebilir. Eğer, geriye sağ bıraktılarsa, bir bilimci değişik bir bilgisayar mimarisi tasarlar ve yepyeni bir bilgisayar kuşağı doğar. Gerekli malzeme (yazılım ve donanım), çok değişik kanallardan onlara ulaşabilir: Asya kaplanları, Hindistan veya hatta Türkiye.

Burada ilginç bir şerh / saptama: IBM, diğer şirketlerin süper bilgisayar yarışında gevşemesi için, Microsoft’u ve PC’yi (küçük bilgisayarı) yarattı. Oysa, özellikle askeri kurumlar (TC genelkurmayı dahil), süper bilgisayarlar kullanmakta ve bunlar bilindiği kadarıyla hala IBM tekelinde. Bugün dünyada milyar dolarlık sistemler var. Onlar olmaksızın; enzim tasarımı, çizgifilmler veya savaş stratejileri yaratılamıyor.

Çin, kendi malzemesiyle bunu becerebiliyorsa, trilyon dolar düzeyinde tasarruf eder. Asıl önemlisi, Winows’tan Linux’a geçerek yazılımlara dış müdahaleleleri sıfırlayabilir.

Hep aynı durum: Gelişme, gerilimden doğar. Çin, çook gergin: 3. Dünya Savaşı’nı gözü kapalı çıkartabilecek kadar, 2. Sanayileşme’yi 25 yılda tamamlayabilecek kadar. Eh, Hindistan ve Brezilya devreye girene kadar bu kadarı ABD’ye yeter de artar bile.

(30 Temmuz 2000)

ÇİN-PAKİSTAN vs. RUSYA-HİNDİSTAN : DEĞİŞİK BİR ‘DOĞU-BATI vs. KUZEY-GÜNEY’ EKSENLEMESİ DENEMESİ ÜZERİNE NOTLAR

Çin, Pakistan’a atom bombası yapımı bilgilerini iletti; böylelikle Pakistan ve Hindistan, dünyanın çok geç haberdar olduğu, atom bombası denemeleri yaptılar. Pakistan, Çin’in işgal ettiği Tibet sürgünlerinin (en başta Dalay Lama’nın) sürgün yeri olageldi.

Rusya, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler’de genelde Hindistan’ı kolladı. Bunda Hindistan’ın an iktidar partisinin sosyalist sayılmasının payı vardır herhalde…

Pakistan ve Hindistan, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere sömürgeliğinden kurtulup bağımsız birer devlet oldular. 1970’te savaştılar. Bu da (eski doğu Pakistan) Bangladeş’in kurulmasına yol açtı. Aralarındaki temel sorun İslam-Hindu dinleri ayrımı. Yoksa, Urduca ve Hinduca aynı diller ama ilki Arap Alfabesi’ni kullanıyor, ikincisi Sankstrit Alfabesi’ni…

Hindistan’ın temel sorunu / ikilemi, dünyanın en barışçı dinlerine sahip olmasına karşın, üç Gandi’sinin de iktidardayken suikastler sonucu öldürülmüş olması… Bir de 14 dilli / anayasalı / eyaletli olmanın bedelini / handikapını bir türlü ödeyememesi…

Çin, Hindistan ile 2. dünya Savaşı ertesinde barış anlaşması imzalamadı. Japonya da (Kiril Adaları sorunu nedeniyle) Rusya ile..

Yalnızca Asya kıtası ele alındığında bu dörtlü, değişik bir dört yön ölçütü oluşturuyor. Dünyanın en kalabalık iki ülkesi Çin ve Hindistan. Marksist en büyük iki devrimin iki ülkesi Çin ve Rusya.

Boş değer, Nepal ve Bhutan. Ana-karşıt-artı değer sav Japonya. Küsurat değerler, Hindi Çini bölgesi ülkeleri.

Ülkelerarası siyasetbilim için üzerinde çalışılabilecek gayet makul bir kavramsal çerçeve.
Gelecekbilim açısından, Çin’in şimdiden bir süper güç olduğu ortada. Dünyanın kentleşmeye en geç geçmiş, günümüze dek süren en eski, (kağıt, matbaa, barut gibi) ilkleri üretmiş bir kültür ama aynı zamanda biricik atest engizisyon da onlarda… Uzaycılık, militarizm açısında kesinlikle çok hızlılar ama informatik-kognitif çağa artı bilgi üretebilecek entellektüel kesimini katletmekle meşgul.

Belucistan, Sihistan ve Kaşmir, bu dörtlünün tepişme alanı olacak.

(6 Eylül 2001)

EJDERHA KARTALI ÖPTÜ

‘Ejderha Öpücüğü’, Holywood’a ihraç Çinli oyuncu Jet Li’nin son filminin adıdır. Başroldeki adamımız, filmin sonunda, beyaz düşmanının ensesine bir iğne batırır ve onu felç eder. Ardından, düşman yavaş yavaş ve çok acı çekerek ölür… Kanlar içinde… Bu hamlenin adı ‘ejderha öpücüğü’dür.

Anlamadım. Çağrıştırıyor mu dediniz? Evet, ben de onu yazacaktım zaten…

11 Eylül 2001’de Pentagon’a ve ‘Twin Towers’e kamikaze uçaklar çarptı. Kuleler çöktü, Pentagon beşgeni ağır hasar gördü.

Düşmanını kalbinden vur: Pardon, çok mu melodram oldu?

Dünyanın en bi CİA’leri bu saldırıyla Çin arasında uzak yakın hiçbir ilişki bulamaz.

Ama her yol Roma’ya değil, Çin’e çıkıyor.

Nasıl mı?

2000 yılında Çin, ABD’nin hemen hemen tüm askeri sırlarını çaldı ve ondan sonra alay etti: Hırsızlar, hırsızlıktan yakınıyorlar.

Bu denli karmaşık bir plan, ancak ve ancak tarihin en gelişkin savaş ve casusluk ideolojisi üreten kültürünün ürünü olabilir. Ha, sattılar, pas attılar, ortalıkta bıraktılar. Demokrasilerde, pardon pazar ekonomisinde çareler tükenmez...

Ejderha, Kartal’ı öyle bir öptü ki kartal 25 yıl felç olmuş durumda… Sonunda elbette ölecek ama buna 100 yıl daha var.

Tuhaftır ama sıradan insanlar arasında Türkiye’de yapılan kamuoyu araştırmalarında, en az % 10’luk bir kesim, bu işi ancak ve ancak Çin’in yapabileceğini düşünüyor. (Bakınız: ‘www.bianet.org’ arşivleri…)

Neden?

İsrail, buna cesaret edemez. Bir de göze batmıyor ama İsrail durumdan en çok zarar gören ülke durumunda (‘tuş olmuş’ denebilir). Artık Araplar’ın özgüveni yerine geldi ve ABD artık eskisi gibi açık kart İsrail’i koruyamaz.

Afganistan, Taliban ve/ya Usame bin Laden böylesi bir planı kuramaz. Askeri strateji uzmanı emekli generallerimizin hayretten çenesi düştü. Kezlerce seyrederken bile inanamadıklarını itiraf ettiler.

ABD, ne olursa olsun böyle birşeyi kendi halkına karşı yapamaz. Bence, düşünmeye bile cesaret edemez.

Çıkış:

Ejderhayı ancak hindi öpebilir. Yeryüzündeki insan yapımı ve uzaydan çıplak gözle görebilinen biricik yapıtı olan Çin Seddi, biz Türkler’in barbar saldırılarına karşı yapıldı.

Övünmek mi? Hayır. Tarih, çift burgulu ters takla atıyor… Biz de kamerayı ona göre döndürüyoruz. Başınız dönmesin, mideniz bulanmasın…

(21 Eylül 2001)

Çin’in Geleceği

Çin tuhaf ve ilginç bir ülke. Hem gelecekbilim, hem de geçmişbilim açısından.

Yeryüzü’nde yaşayan en eski uygarlık onlarınkisi. Öyle bir eskilik ki bu, katip toplumsal kesimi 4.000 yıl boyunca aşağı yukarı aynı üniformayı giymiş.

Barutu, füzeyi, maden kuyusunu, kağıdı, matbaayı onları icat etmiş. Ancak basit bir alfabe icadını becerememişler. Ortalama bir dil 30 civarında morfem içerirken, Çin alfabesi yüzlercesini içermekte.

Çin tarihi boyunca parçalanma-birleşme dönemsellikleri yaşamış. Şu anda tarihinin en geniş ebatında.

Lao Tzu ve Konfiçyus ile, Antik Yunan’la birlikte tarihin en eski felsefelerini icat etmiş.

20. Yüzyıl’da sömürge, cumhuriyet, komünizm ve liberalizm gibi birbirinden çok farklı 4 siyasal aşama yaşamış.

Şu ana bakalım:

Henüz kabul edilmese de, reel olarak ABD’yi geçip, dünyanın bir numaralı ekonomisi olmuş durumda. Ancak bu durum, 60 milyon aç barındırmasını engellemiyor, ABD de öyle zaten.

ABD ve eski SSCB’den sonra uzaya insan yollayan 3. ülke oldu. Bunu da, kuşkusuz bilgileri ABD’den alarak yaptı. ABD, tüm sanayi sırları çalındığında, Çin’i suçlayınca, Çin şöyle bir yanıt verdi: Hırsızlar hırsızlıktan yakınıyor. Geçtiğimiz ay da, ABD’ye çenesini kapamasını söyleyen bir bildiri yayınladı.

Çin çok hızla sanayileşiyor. Bu da korkunç bir çevre kirliliği ve dünya kaynaklarının tahmin edilenden çok önce bitmesi demek.

Çinliler araba ve sigorta konusunda özel takıntı geliştirmiş.

Bunlar buzdağının yalnızca görünen yüzü. Çin’in başına kapitalistleşme sürecinde neler gelecek?

Öncelikle Japonya örneği var: Apolitik ve amoral gençlik, aile kurumunun çöküşü, siyasal yapının altüst oluşu, vd. Sonra Türkiye ve Tanzimat örneği var: Kaplumbağanın bir türlü tavşanı yakalayamaması. Kendi geçmiş örnekleri var: Korkunç artabilecek uyuşturucu kullanımı. Çin’in şanssızlığı şurada: O batıya geçtiğinde, yanına gidilecek bir batı kalmamıştı.

21. Yüzyıl’da yaşanabilecek tüm makro-global krizler Çin’i fazlasıyla vuracak.

Tüm bunlara karşın Çin, hala Aristo-Lao Tzu sentezinin imlediği yerde. Yapabileceği en uygun şey, ortak veri tabanına sahip, Çin-Japonya ve Çin-Hindistan kültürel sentezlerini denemesi. Ancak bugün için Çin-ABD sentezi bile, bu ikisinden daha çok umulabilir, çünkü her iki ikili de, tez-antitez konumunda. Tez-antitez çatışması ise, sanıldığının tersine, çokça sentezle sonuçlanmıyor, dekadansla sonuçlanıyor. Çin, dünyaya yepyeni dekadanslar sunacak, hatta sanırım sunmaya başladı bile. ‘Kahraman’ filminde kralın Çince’yi dünyanın tek dili yapmayı tasarladığını bir anımsayalım yeter.

Çin-Türkiye sentezi mi dediniz? Evet, bu ilginç bir konu. Çinliler ve Türkler dünyanın en eski uygar-barbar ikilisi, Orhun Yazıtları’ndan çok önceden beri sürekli savaşan 2 halkı oldular (hala da öyle ya). Sonra, 1.000 küsur yıl önce Türkler, ‘yahu, habire doğu doğu, bir de batıya gidelim’ deyip, Viyana içlerine kadar sokulunca, eski düşmanlar dost oluverdi. O nedenle, Japonya ve Hindistan’dan farklı olarak, Çin ve Türkiye tez-antitez değil. Bu duruma ne denebilir? Tersine-negatif diyalektiğin çok özel bir durumu: Farklılıkların, çatışıp çatışıp, raslantıyla birbirinden epeyce uzaklaşınca, bir harman, bir alaşım olabileceğinin ortaya çıkması, denebilir. Ancak, mesafe hala korunmalı, işte o nedenle Doğu Türkistan’la işimiz yok. Biz kabul etmesek de, hoşumuza gitmese de, onlar bizi Türk değil, yozlaşmış halk sayıyor zaten. Çin’le komşuluğumuzun siyasal bilincinde, onunla rekabet ederek değil, paslaşarak, belki 22. Yüzyıl’a da değil, 23. Yüzyıl’a, 2. Sanayileşme’nin ötesine bir tao sentezleyebiliriz. Bu son paragrafın, bizim iktidar seçkinlerince anlaşılması 50, uygulanması 100 yıl alabilir. Böyle bir yol-olanak mevcuttur, görülmüştür, kaydedilmiştir, gelecekbilimci görevini yerine getirmiştir.

(7 Eylül 2006)

Çin-Rusya Doğal Gaz Boru Hattının Geleceği

Rusya, Altay bölgesi üzerinden, Çin’e doğal gaz boru hattı döşeyecek.

Hat 2011’de tamamlanacak ve 4-5 milyar dolara mal olacak. Hattın rotası kesinleşmedi. Bunun nedeni, hattın rotasındaki nehirlerin veya dağların maliyeti arttıracak olması. Kazakistan gibi, başka bir ülkeden geçmesi ise, ek riskler yaratacak.

Bu hattın siyasal önemi şu:

Bu hat yoluyla Sibirya’dan eksilen her metre küp doğal gaz, AB ülkelerinden eksiliyor demek olacak. İleriki onyıllarda Hindistan da benzeri bir sanayileşme sürecine girerse, AB ülkeleri bırakın sanayileri için, kışın evlerini ısıtacak yakıt bulamayabilir.

Dünya güçlerinin merkezi çoktan beridir Atlantik’ten Pasifik’e kaymış durumda. Japonya’nın yeni liberal lideri, anayasadan ‘savaşa girmeme’ ilkesini kaldıracağını açıkladı. Bu eski Japonya’nın geri dönüşü demek. NATO’yu Afganistan’a kadar götürdüler ama ondan sonrasında Çin var. ABD bırakın, Tibet’i Çin’den ayırmayı, Tayvan’ı Çin’e kaptıracak.

Zamanlar çok değişti. Türkiye’nin bunu anlaması gerekli.

http://en.rian.ru/russia/20060921/54116791.html

(21 Eylül 2006)

Çin Yeterince Hızlı Bilgisayarlaşacak mı?

Çin’in bilgisayar alanındaki şu andaki durumu buymuş:

“Çin’in internet site sayılarının bu yılın haziran ayının sonuna kadar 788.000’e ulaştığı, internete bağlı bilgisayar sayısının da 54.500.000’e, internet kullanıcılarının sayısının da, 123.000.000’a ulaştığı bildirildi.”

Bu; AB, ABD ve Japonya’ya bakılınca yetersiz.

Ancak ek bilgiler şunlar:

Çin konuya 10 yıl geriden girdi.

Çin’in nüfusunun % 70’i kırsal kesimde ve % 5’i de açlık sınırında.

Zamanında, Pakistan’ın diktatörü Ziya-ül-Hak şöyle demişti:

“Halkımın ot yemesi gerekse bile, Pakistan atom bombasına sahip olacak.”

Oldu da. Ama nasıl? Çin gerekli bilgileri ABD’den yürüttü. Gereken kadarını Pakistan’a aktardı.

Neden?

Çin’in Hindistan’la ihtilafı var. (Dikkatinizi çekmek gerekli, aynı dindeler.) Pakistan ve Bangladeş savaşla Hindistan’dan ayrıldı. Bangladeş birkaç yüzyıl geride. O zaman kalır geriye Pakistan. Düşmanımın düşmanı dostumdur.

Diğer çağrıştırmaya atlayalım:

Çin ot yemesi gerekse bile, uzaya adam gönderdiği gibi, internette de Batı’yı yakalayacak. (İnternet sansürü had safhada, ayrı konu.) Cep telefonunda dünya ortalamasındalar.

Kentli nüfusun kabaca % 10,8’i internet kullanıyorsa, bu Türkiye açısından 5 küsur milyon kişi eder ki internet kullanıcısı sayısında bizim 15 milyona vardığımız söyleniyor ama bizim istatistiklerimiz hep şaibelidir.

Sonuçta Çin’de 125 milyon kişi günü ve anı yakaladı.

Bunun birkaç yıl içinde 2-3 katına çıkacağına emin olabilirsiniz.

Anımsayalım ve unutmayalım: Çin komşumuzdur, Rusya komşumuzdur, ABD komşumuzdu, AB komşumuzdur.

http://tr.chinabroadcast.cn/1/2006/09/22/1@57704.htm

(22 Eylül 2006)

Çinliler’e Gelecek İçin Öğütler

• Tarihin en eski felsefi-metafizik kategorik varlığını yaratmış olmanız, en yeni metafizik kategorik varlığını yaratacak olmanız da demek olabilir. Kapitalizmin bu momentlerinde, kültürünüzdeki metafizik eğilimler çok tehlike yaratabilir. Dikkatli olun.

• Aristo-Lao Tzu sentezi gelecekte sizin sorumluluğunuzda. (Yunanistan şu andaki durumuyla bunu 75 yıl içinde beceremez.) Bunu da, başka dillere çevrilmiş ‘Tao Te King’leri yeniden Çince’ye çevirerek yapamazsınız.

• Dünya tarihinin en büyük 3 katliamı sizin ülkenizde oldu. Bunun 2’sini kendiniz kendinize karşı yaptınız, unutmayın. Gelecekte bu nüksedebilir.

• Yeryüzü’ndeki biricik ateist engizisyon sizdiniz. Başka engizisyonlar da yaratmayın.

• Adil olun. Ondan önce de, sevecen olun. Dünyayı ezebilirsiniz.

• Dünya enerji krizini 25 yıl öne aldınız. Biraz tasarrufa yönelin.

• 15. Yüzyıl’da Amerika’yı keşfedibelicekken içinize kapandınız. Hala süregiden bu içine kapalılık size çok zarar verecek.

• İsterseniz, Afrika’yı yeniden insan yapabilirsiniz. Bu güç sizde var.

• Japonya ile düşmanlığınızı abartmayın. Sarı ırk sarı ırkın kurdu olmasın. Japonya’nın Pasifik emperyalizmini de yinelemeyin.

• Şu anda tarihinizin en geniş topraklarına sahipsiniz. Bu durum, sizi daha da genişleyebileceğiniz yönünde yanıltmasın.

• Hindistan’la uzlaşın.

• Pakistan’a yaptığınız yardımın benzerini, Bangladeş’e de yapın.

• Vietnam’ı kendi haline bırakın. Onlar kendi yolunu seçti ve buldu.

• Dünyanın en büyük çevre felaketini yaratmak üzeresiniz., belki yarattınız bile.

• Uzay yarışı eski SSCB’yi tüketti. Sizi te tüketebilir.

• Halkınızın parayla sınavı iyi gitmiyor. Batı dekadansı ve dejenerasyonu sizde de başladı. Japonya’dan ders alın.

• AB ve ABD doğmamışların geleceğini yok etti. Siz de aynı hataya düşmeyin.

• Çince’yi dünya dili yapmaya kalkmayın.

• 2000-2050 arasında gelecek sizindir. Ondan sonra, değildir olacak.

(1 Ekim 2006)

Çin Rezervlerini Ne Yapacak?

Çin’in elindeki ABD doları rezervi 1 trilyon doları geçmiş.

Gazi Erçel şöyle yazmış:

“Çin’in biriktirdiği rezervlerinin iki kaynağı var. Birincisi cari işlemler fazlası, ikincisi yabancı sermaye. İki kaynaktan sağlanan tutarlar 2000 yılından bu yana giderek artıyor. 2000 yılında 25 milyar dolar fazlayla başlayan cari işlemler dengesi, 2006 yılı için 230 milyar dolara ulaşacak. Bu rakamın 2007 yılında 300 milyar doları aşacağı tahmin ediliyor. Yabancı sermayenin birinci adresi olan Çin, yılda 70 milyar dolarlık tutarındaki bir dış kaynağı bu yolla çekiyor. Sıcak para Çin’de çok az. Öyle bir sistem kurmuşlar ki, giren çıkamıyor.”

Çin bir taşla kaç kuş vuruyor?

GSMH’sını yıllardır yüksek düzeyde büyütüyor, üstelik bunu başkasının parasıyla yapıyor. Düzenlemeleri sayesinde, bizim gibi bir günde değil, 4 saatte dolarda % 25’lik oynama yaşamıyor. Artı değer parasıyla, büyük barajlar dizisi projesi gibi devasa yatırımlara girişebiliyor.

Çin bir taşla kaç kuşu riske atıyor?

ABD parası giderek değer kaybettiği için, aslında biraz cepten yiyor. Yani ekonomisinin köpüğü kabarıyor.

Peki bunları niye yapıyor?

Çin ABD’yi silahla değil, onun silahı olan parayla yeniyor. Şu anda istese doları, bizdeki gibi kısa sürede büyük oynamalara sürükleyebilir.

Peki, bunu yapacak mı?

Hayır. Yalnızca ABD üzerinde ekonomik, onun da ötesinde psikolojik baskı, üstünlük ve ilerisinde de hakimiyet sağlamak peşinde. Bunu da dünden yarına değil, uzun onyıllarlık erimlerde planlıyor. Meteoroloji kayıtlarının 2.000 (iki bin) yıllık olduğu bir ülkeden söz ediyoruz.

Sonuç:

Çince’de ‘risk’, ‘fırsat’ ve ‘tehlike’ hece-harfleriyle yazılırmış.

http://www2.vatanim.com.tr/root.vatan?exec=yazardetay&tarih=30.09.2006&Newsid=88785&Categoryid=4&wid=126

(1 Ekim 2006)

Dinot: Çin rezervlerinin 500 milyar dolarını harcamaya karar verdi ve Türkiye’ye açık teklifte bulundu. (‘Rüya-Kabus’ metni.)


Çin Mermerlerimizi Ne Zaman Bitirecek?

Durum özetle şu:

Çin’de yaptığımız ithalat ihracatı çok geçtiği için, Çin’den buraya gelen TIR’lar genelde boş dönüyormuş. Çinliler de birkaç bin dolar olacak nakliye fiyatını 250 dolara düşürüp, boş TIR’lara bizim mermerleri hammadde olarak yükleyip, Çin’e götürüyormuş. Çin’de işlenen mermer ürünlerde maliyeti düşürdükleri için, global pazarda fiyat kırıp bize rakip olmuşlar. Bunu İtalyanlar ve İspanyollar da yapıyormuş.

Asıl sorun bu hızla tüketilen memer madenlerinin yakında tükenme tehlikesiymiş. Üstelik başka alanlarda kullanılabilecek küçük blokları da kullanmayıp, kırıp çöpe atmalarıymış.

Böyle giderse, kısa vadede mermer kaynaklarımız tükenmiş olacakmış. İlgililer kesin süre vermemiş. Kısa vade denilince genelde, 10 yıl ve daha yakınını anlarız.

Bizim yaptığımız hata. Mermere ancak işlenince ihracat izni verebiliriz.

Onların yaptığı da hata. Kendi felsefelerine hiç uymayan bir biçimde, kaynakları israf ve heba ediyorlar. Sonuçta bir çevre felaketi de yaratabilirler. Tükenmiş taş ocakları hem tozlardan dolayı hava kirliliği yapar (ki bu toz kanserojen maddeler de içerebilir), hem de çevre yollarda yağmurlu havalarda yolu kaygnlaştırıp trafik sorunu yaratırlar.

Sorun hükümete de iletilmiş. Şimdilik sonuç yokmuş.

Çin’in artık global bir risk oluşturduğunun küçük imlerinden biri de bu durum olmuş.

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/5182870.asp?m=1&gid=112&srid=3436&oid=2

(2 Ekim 2006)

Çin-Hindistan Yakınlaşması

Çin ve Hindistan 1962 yılında bir sınır savaşından sonra, diplomatik ilişkilerini askıya almış.

Son yıllarda Çin, tüm dünyaya yayılan dış politikası nedeniyle, Hindistan’la da yakınlaşmış.

1991-2005 arası yıllarını içeren 15 yılda, Çin-Hindistan ticaret hacmi yılda 1 milyar dolardan, 20 milyar dolara çıkmış.

http://www2.dw-world.de/turkish/kommentar/1.204611.1.html

Çin’in dış ticaret hacminin (ihracat-ithalat toplamının) 1,5 trilyon doları bulduğu düşünülürse, bu henüz çok küçük bir miktar.

Bunun yılda 300 milyar doları bulduğunu düşünün.

Burada ilginç bir gösterge var:

Sudan’da ortak petrol tesisleri işleten iki ülke, Darfur’da yaşanan insan hakları ihlallerini görmezden gelmeyi yeğliyor.

Çin ve Hindistan’ın bugünkü durumunu düşünürsek, bugüne dek böyle bir şeyi ne AB ne ABD yapabildi, ne de eski SSCB’ye veya Japonya’ya böyle hoşgörü gösterildi.

Çin ve Hindistan birbirinin rakibi. Her açıdan öyle. 2050 sonrasının dünyasını, onların bugünden hazırladıkları, barış ya da savaş koşulları belirleyecek.

Çin’in de, Hindistan’ın da en büyük özelliği, 1. veya 2. Dünya olmadan, 3. Dünya’dan 1. Dünya’ya doğrudan sıçlamaları. Buna bir de Yeryüzü’nün en kalabalık 2 ülkesi olduklarını ekleyin, o zaman ortaya ABD’nin bugün yarattığı her tür (çevre, nükleer savaş, vd) sorunun en az 10 katı büyüklükte sorunlar demek olacak. Üstelik, ABD’yi önce eski SSCB, şimdi de AB frenledi ve frenleyecek ama bu 2’sini kimse frenleyemez. Ortak kararları dünyanın fiili çoğunluğunun kararı demek olacak. O zaman BM de devreden çıkar veya çıkartılır.

Tüm bunlara bakınca, şaşırtıcı bir gelişme ama 2025-2050 için, Rusya ve Japonya onları frenleyebilir. Burada batı dili diplomasi değil, Asyalı / doğulu diplomasi dili hepsi için ortak payda. Nasıl olsa, anlaşırlar.

Yani:

Hoş geldin Gargantua-ikiz bebek, yaşamak sırası sende…

(27 Kasım 2006)

Çin Uydu Düşüren Füze Test Etti

Çin eski bir uydusunu kendi füzesiyle yok etti ve dünya bu işe şaşıp apışıp kaldı.

ABD istihbarat kaynaklarına göre, 11 Ocakta yapılan testle, Çin'e ait eski bir meteoroloji uydusu, antibalistik füze kullanılarak yörüngede tahrip edildi. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Gordon Johndroe, yaptığı açıklamada, ''Çin'in bu tür silahlar geliştirmesi ve test etmesi, ülkelerimiz arasındaki sivil uzay çalışmaları alanındaki işbirliğiyle uyumlu değildir'' dedi.

Ehem, neydi?

ABD’nin yeni uzay vizyonu neydi?

Uzayda en bir tek başına… Dünyadaki gibi ‘number one’…

Ancak, şimdi kapıyı çekik gözlü biri vuruyor: ‘Geldim, gördüm, vurdum.’

Kovboy Reagan, ‘Star Wars’ ettiriyordu.

George Lukacs ‘Star Wars’ları tornistan (sondan başa) çekime soktu. Çin de yıldız savaşları projesini ters çekime soktu.

Rusya da İran’a Tor’ları sattı gitti.

Eee, ne diyelim?

Kıyamete hoşgeldiniz.

http://www.sabah.com.tr/dun94.html

http://www.milliyet.com.tr/2007/01/16/son/sondun20.asp

(19 Ocak 2007)

Çin Uçak Gemisi Yapacak

Anımsar mısınız bilmem?

Yıllar önce Çin, Rusya’dan satın aldığı ‘Varyag’ uçak gemisini, motorlarını söktükten sonra, İstanbul Boğazı’ndan geçirmişti de, olay olmuştu. Hatta Çin, Türkiye’nin bu jesti karşısında bize 2 milyon turist yollayacaktı.

Turistlerin gelmediğini bilmem, söylemeye gerek var mı?

Şimdi de Çin, en geç 2010’da bir uçak gemisi yapımını bitireceğini ve bunun kimseyi ilgilendirmediğini açıklamış.

Çin usülü ortaoyunu böyle oluyor herhalde.

Sanırım, o uçak gemisini vidalarına kadar söküp, birebir kopyalamayı bitirdiler. Şimdi sıra, maket gemi yapar gibi, onu monte etmede.

Çin atom bombası yaptı. Çin uzaya adam yolladı. Geçen hafta Çin bilimcileri, bir güvercini beynine taktıkları elektrotlar aracılığıyla, istedikleri yöne uçurdular. Şimdi de Çin, dünyada yalnızca birkaç ülkenin sahip olduğu uçak gemisine sahip olmak üzere.

G-7 ülkeleri ve BM, her zamanki kem kümlerini yineleyecekler. Çin yine bildiğini ve yapacağını yapacak.

http://www.voanews.com/turkish/archive/2001-08/a-2001-08-15-4-1.cfm

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=214994

(8 Mart 2007)

Çin’in 1980 Kuşağı

Evet, Çin’de de bir 1980 kuşağı varmış. Bizde darbe ertesi gelen liberalizm, nasıl 1980 ve sonraki doğumluları feci tüketiciler durumuna dönüştürdüyse; darbe olmaksızın Çin’de de, 1980 ve sonrası doğumlular, yeni bir tüketici kuşağı oluşturmuşlar.

Batıdan gelen yeni markalar ilk olarak bu satın alma grubunu hedefliyormuş.

Dünyanın en ünlü kol saati markalarından Swatch, 8-80 yaş grubundaki kişileri, tüketicileri olarak hedef seçmesine rağmen, Çin'de ilk imaj büyükelçisi olarak, 1980'lilerin idolü olan yıldız Li Yu-Chun'u seçmiş.

Cep telefonu üreticisi Lenovo grubu başkan yardımcısı Liu Zhijun, yeni tip bir cep telefonunun çok iyi satılıp satılamamasının, büyük oranda gençlerin bunu beğenmesine bağlı olduğuna işaret ederek, şöyle konuşmuş:

“Bir cep telefonunun tüketiciler arasında hemen yaygınlaşıp yaygınlaşmaması, büyük oranda 1980'lilerin benimsemesine bağlıdır. Bu nedenle bu gençler için moda dış görünüme ve birçok eğlence işlevine sahip cep telefonları tasarlıyoruz.”

China Merchants Bank 2006 yılında, 1980'liler için iki tip kredi kartı piyasaya çıkarmış. Tanınmış çizgi film kahramanı olan, ‘Hello Kitty’yi konu alan Hello Kitty kartı, piyasaya çıkar çıkmaz, hemen genç kızlar tarafından beğenilmiş, 21 gün içinde 60.000 adet kart satılmış. ‘MSN’ olarak adlandırılan başka bir tip kredi kartı da, beyaz yakalı kızlar tarafından beğenilmiş, kısa süre içinde 600 bin adet satılmış.

Aynı Çin’de:

Resmi rakamlara göre, geçen yıl ekonomi % 10'un üzerinde bir oranda büyümüş ama üniversitelerden mezun olan yaklaşık 4 milyon 130 bin kişiden, sadece % 30 kadarı iş bulabilmiş.

Çin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Chengping şehirlerde işsizlik oranının % 0,5’lık bir artışla % 4,6'ya yükseleceğini belirtmiş.

Sanki aynı resime bakıyor gibiyiz:

Bol yabancı parası, milyarlarca dolar yatırım, büyüyen kentler, işsiz kalan eski çiftçiler; en tehlikelisi de, genç, işsiz ve tüketici bir gençlik. Türkiye’de olan herşeyi 17 ile çarpın, işte size Çin. Artı delicesine bir çevre kirliliği.

Uyuyan dev uyandı ama giderek bir acuzeye dönüşüyor. Bu gidişle, çok değil, 25 yıl sonra Çin, bitmiş bir AB, bitmiş bir ABD gibi olacağa benzer. Sanırım, eski komşularımız Çinliler de, bizim gibi düşünüyor: “Çinliler’e bir şey olmaz.”

http://turkish.cri.cn/1/2007/03/13/1@68234.htm

http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2007/03/070313_china.shtml

Resim:

www.china-finland.net/epaper/images/twins.jpg

(15 Mart 2007)

Çin’de Borsaya Ürküten İlgi

Çin’deki Şanghay borsası 2006’da % 100, 2007’de şimdiye dek % 50 değer kazanmış.

Birçok kişi, borsanın nasıl işlediğini bilmeden, evlerini ipotek ederek ya da bankadaki tasarruflarını çekerek borsaya yatırıyormuş.

Ne kadar tanıdık bir durum gibi geliyor, değil mi?

Çin Bakanlar Kurulu'nun (Devlet Konseyi) borsada bir çöküşe neden olmadan duruma nasıl müdahale edilebileceği konusunda uzmanlardan görüş aldığı söyleniyormuş.

Şanghay borsasında bu yılın şubat ayında yaşanan ciddi düşüşler, zincirleme etkiyle tüm dünya borsalarında düşüş yaşanmasına neden olmuştu.

Bizim sevgili borsamız da bundan payını almıştı.

Sevgili borsamız, 1986-1996 arasında 1’e 4’e varan oranda 3 dip ve 3 zirve yapmıştı. Bu süreçte 20 milyar doların üzerinde para, sayıları 1 milyonu geçen küçük yatırımcının cebinden uçup gitmişti.

Tabii, Çinliler daha toy, bunları bilemezler. Hoş, bizim deneyimli halkımız, Banker Kastelli’den beridir, onlarca kazık yemesine karşın hala akıllanmadı, uslanmadı. Hala sınıf atlamaya, hala köşe dönmeye debeleniyorlar.

Çinliler, bu gidişle bizimkilere benzeyip, trilyonlarca doları kediye yükleyecekler. Lao Tzu’nun ve Konfiçyus’un ahlak öğretilerine uymayacaklar.

http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2007/05/070514_shanghai.shtml

(14 Mayıs 2007)

Bir Çin Rüyası mı, Yoksa Kabusu mu?

Türkiye’ye gelen Çin Halk Cumhuriyeti Ticaret Bakanı Bo Xilai şöyle demiş:

“Harcayacak 500 milyar dolarımız var. Bize ne satabilirsiniz?”

Bakar mısınız tatlı rüyaya? Körün istediği bir göz…

De kazın ayağı öyle olacak mı acaba?

Çok açıkseçik anımsıyorum ki 1990’larda eski Doğu Bloku ülkelerine bakır diye teneke satarak, yılda 10 milyar dolarında olan bavul ticaretini öldürmüştük.

Tek sorun bu değil. Çinli bakan aynı zamanda demiş ki:

“Çin’in nüfusunu biliyorsunuz. Hepimiz birden (turist olarak) gelirsek, bu ülkeye sığamayız. Bizimkiler alışverişi de severler. Türk ürünleri çok güzel. Buraya gelirlerse her şeyi alırlar ve size bir şey kalmayabilir.”

Çin bizim 20 katımız nüfusa sahip. Bizim 10’da birimiz nüfusa sahip Türki Cumhuriyetler’den biri bizden sarımsak ithal edince, iç piyasada fiyatlar 5 katına çıkıvermişti. Zaman geldi, aynı durum soğanda ve domateste de oldu.

Bakan özellikle vurgulamış: Sebze ve meyve ithal etmek istediklerini belirtmiş ki bunda Çinliler’in sağlıklı yaşam kültürünün payı büyük.

Düşünün ki yılın yalnızca 25’te birinde burada kalan 20 milyon turist kaliteli meyvenin ortadan kaybolmasına neden oluyor. Bize çeri çöpü kalıyor, çünkü turizmciler herşeyi tarladan çok ucuza alıyorlar ve hasadı da kendileri yapıyorlar.

Gelelim sadede:

GAP bölgesinde mi olur, yeni tarıma açılacak alanlarda mı? Şimdikinin 100 katına kadar sebze meyve üretimi yapmak gerek. Birim alan başına verimi katlamak gerek. Nakit para geleceği ve bu işin uzun yıllar süreceği düşünülürse, yatırımdan kaçmamak gerek. Asla ve kata üç kağıda sapmamak gerek ki bunu mevcut siyasetçilerin ayarlaması, imkansıza yakın bir durum. En az 100.000 Türk’e Çince ve en az 100.000 Çinli’ye de Türkçe öğretmek gerek ki bu bile tek başına milyar dolarlık pazar demek. 2 ülke arasındaki ulaşımı güçlendirmek gerek ki bu ancak hava yolu ile mümkün olur ki o da milyar dolarlık pazar demek.

Bunlar mümkün müdür, Türkiye bu işi başarabilir midir?

Yanıtı çok basit: Son 25 yıldaki 3 liberalizm dalgası ile (çoğu otomobile ve cep telefonuna giden) israf ettiğimiz ve borcumuz olan 350 milyar doları, yeniden alın terimizle kazanıp, çocuklarımıza yaşanabilir bir gelecek yaratmanın mümkün olduğu bir fırsatı, elin taoisti önümüze sundu.

Türk’ün huyu kanburunki gibi: Kendine göz alacağına, gidip başkasının gözünü çıkarıyor.

Kendi tahminim % 25 başarı ve 10 yıl vade. Sonra bir rönesans veya engizisyon ki hangisi olacağı şimdiden kestirilemez, bakarsınız sürpriz iyilerimiz de vardır.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=224470

(18 Haziran 2007)

Çinli Kastelli

Çin'i 3,6 milyar dolar kazıklayıp kaçan ünlü milyarder Lai, geride gözaltında 10.000 yetkili, bakan ve istihbarat şefi dahil, 14 idamlık bırakmış ve Kanada’ya tüymüş..

49 yaşındaki Lai'nin sıradışı yükselişinin sırrını şimdi dev bir çukur olarak duran Xiamen'deki 88 katlı gökdelen projesinin temel atma törenindeki manzara özetliyormuş: Lai, 2.000 davetlinin her birine kırmızı zarfta 375 dolar 'hoş geldin hediyesi' dağıtmış. Porsiyonu 800 dolara kabuklu deniz ürünü abalon ikramını esirgememiş. Lai, işin esprisini 20 yaşında otomobil parçası üreticisi olarak rüşvetçi yetkililere tosladığında fark etmiş. Rüşveti reddedince, kız kardeşi dövülerek hastenelik edilmiş. Lai, daha sonra hiçbir yetkiliyi eli boş göndermemiş.

Ne bileyim, gözüm mü ısırıyor, cebim mi ısırılıyor? Sanki biz bu öyküleri çook dinlemişiz gibi...

Öykünün sonu, bizimkinden farklı:

Lai'nin düşüşü cebini hep doldurduğu üst düzey bir komutanın oğlu Zhu Niuniu'nun talebini reddetmesindenmiş. Lai ve başkalarından aldığı 10 milyon doları kumarda yitiren Zhu, alacaklılardan paçayı kurtarmak için Lai'nin kapısını çalmış. Lai ilk kez eli sıkı davranınca Zhu, oligarkın ipliğini pazara çıkarmak için 600 özel müfettişle Kızıl Köşk'e kamp kurmuş. Müfettişler, Lai'nin çıkar ağını çözmek için bilgi karşılığı af garantisi vermiş. Yetkililer bülbül gibi öttükçe gözaltı sayısı 10.000’i bulmuş. Kurnaz Lai ise çareyi parası ve ailesiyle bir bota atlayıp Kanada'ya kaçmakta bulmuş. İade edelirse, asılacakmış.

Haa, eğer bu adam Çin’e geri dönüp, bir kez daha kazıklı tur atarsa, onu bilemem.

Bu Asyalılar adam olmaz.

Pardon, bu globalizm ve bu neo-liberalizm kazanamaz, çünkü kurbağanın sırtındaki akrep misali, hem kendini, hem de sömürdüğünü boğar.

Tarih sabırlıdır. Proleterya geç öğrenir, hem de çook geç öğrenir. Sınıf atlama hayallerini artık bırakıp, grev seçeneklerine geri dönseler, daha makul olurs.

Bakar mısınız, bir ‘sonuna kadar bireyci’nin yazdıklarına?

Günün sözü: Tavşana kaç, tazıya tut ile Çin, ancak 10 yıl daha dayanır. Sonrası Nasreddin Hoca hesabı: Yerden göğe küp dizseler, alttakini çekseler, seyreyle gümbürtüyü...

http://www.milliyet.com.tr/2007/07/02/son/sondun04.asp

(2-3 Temmuz 2007)

Çin Kürtler’le Flörtte

Çin ilk büyük uluslararası siyaset hatasını yapmak üzere veya yaptı bile. (Kore Savaşı’nda, Mao’nun 1 oğlu dahil, 1 milyon Çinli’nin ölmesini saymıyoruz.)

Geçtiğimiz günlerde Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Çin Devlet Başkanı Hu Jintao'nun resmi davetlisi olarak Çin'i ziyaret etti.

2004 yılından beri Çin, Iraklı Kürtler ile yakın işbirliği içerisine girmiş. Çin'in, Kürt bölgesel yönetimine ekonomik ve sınırlı da olsa, politik destek vermeye hazırlandığı gözlenmekteymiş. Son 3 yıldan beri, Çin, sessiz sedasız bu ilişkinin altyapısını oluşturma çabası içerisindeymiş.

Çin, bunu Türkiye’ye karşın yapıyor. Oysa, Türkiye ne yapmıştı? Doğu Türkistanlı ayrılıkçıları, Çin’in isteği üzerine, hem de MHP’nin koalisyon ortağı olduğu bir hükümet eliyle 2000’de yurtdışına çıkarmıştı.

Çin, aynı zamanda Türkiye’nin Kuzey Irak’a müdahalesine de karşı. Bir ülkeye 500 milyar dolarlık pazar var, diye çağrı yapıp, onun bölünmesine neden olabilecek gelişmelere imza atarsanız, sizin içtenliğinizden kuşku duyarlar. Çin, uçak gemisinin İstanbul Boğazı’ndan geçişi nedeniyle de, birkaç milyon kişilik turist sözü verilmişti. Tutulmayan söz olarak sabıkası da var.

Çin uluslararası siyasette benzeri bir hatayı da, yine petrol için Darfur Sudan’da yapıp, Birleşmiş Milletler’den uyarı almıştı.

Çin, pençelerini ve dişlerini tam sertleştirmeden, kaplancılık oynuyor. Güney Kore özdeyişidir: Kaplanın pençesindeki diken kadar hızlı. Türkiye böyle olur da, bir anda Doğu Türkistan’ı tanıyıverirse, ne olacak?

Çinliler, eski komşuları Türkler’in ne kadar yıkıcı olabildiğini unutmadıklarını, bu sıralarda yeniden moda yaptıkları tarihi döğüş filmlerinde gösteriyorlar. Sanırım bunu üst düzey yöneticilerin de yeniden anımsaması gerekiyor artık.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=225890&tarih=04/07/2007

(6 Temmuz 2007)

Çin-ABD: Tez-Antitez ve Tersi de

Çin ABD

Yükselen güç Alçalan güç
Dengeli (parçalanmaz) Dengesiz
Nüfusu çok Nüfusu az
Atom bombası var Atom bombası var
Uzaya gitti Uzaya gitti
Yarı militarist Militarist
Reel sosyalizm artı liberalizm Hep liberalizm
Geleneksel Köksüz
Dış ticaret fazlası Dış ticaret açığı
Asyalı Neo-post-Avrupalı
Emperyalist olamadı Emperyalist
Sömürgeleştirildi Sömürgeleştirildi
ABD’li nüfus yok Çinli nüfus var
Tek dilli Tek dilli
Ateist Katolik+Protestan
Asgari ücret 50 $ 1.000 $
Geniş toprak Geniş toprak
İklim değişken İklim değişken
Çevre kirli Çevre kirli
Su eksiği var Yok
Enerji eksiği var Daha az var
Gıda eksiği var Gıda fazlası var
Kültürlü Kültürsüz
Holywood Hong Kong

(11 Temmuz 2007)

Çin ABD’yi Elindeki Dolarları Satmakla Tehdit Etti

ABD, bir süredir Çin üzerinde ticari yaptırımlar uygulayarak ülkenin para birimi yuanın revalüe edilmesini sağlamaya çalışıyor. Elinde 1.33 trilyon dolarlık dev bir rezerv tutan Çin, ABD'nin ticari baskılarına devam etmesi halinde, bu rezervi likide edebileceği imasında bulundu.

Bu duruma tepkiler farklı:

Bazıları tarafından Çin’in böyle bir hamle yapması durumunda ABD Doları’nın tarihi bir düşüş yaşayacağı belirtiliyor.

ABD Hazinesi'nden Henry Paulson ise böylesi bir hamlenin Amerikan otoritesini güçlendireceğini ve dünya genelinde korumacı politikaları da tetikleyeceğini söyledi.

Döviz stratejisti Simon Derrick, Çinliler tarafından yapılan yorumların ABD Senatosu’na bir mesaj verme kaygısı taşıdığını dile getirdi. Derrick, "Burada seçilen kelimeler çok kaygı verici. Bu açıkça politik bir tehdit ve kredi piyasası bu durumdan etkilenmeye başladığında çok ciddi politik sonuçları olacaktır " diye konuştu.

2008’deki seçim için başkanlık aday adaylarından Hillary Clinton, bu durumu seçim kampanyasının bir parçası haline getirdi. ABD'nin, Pekin, Şanghay veya Tokyo'dan gelebilecek bir ekonomik saldırıya karşı savunmasız olduğunu ileri süren Clinton, yasal düzenleme yapılmasını savunuyor.

Çin Sosyal Bilimler Akademisi yetkilisi He Fan ise, yaptığı açıklamada daha da ileri giderek, "Eğer isterse, Pekin'in elinde doları çökertecek güç bulunmaktadır" diye konuştu.

ABD’nin kamu borcunun % 44’ü yabancıların elindeymiş.

Öncelikle vurgulamak gerekli: Bu er geç olacak, çünkü Çin’in tüm döviz rezervleri dolar ve bunu bilinçli olarak yaptı. Gün gelip, Çin’in denetimindeki dolar miktarı ABD’ninkini geçince, aynı bizde dövizin şimdiki kafa üstü çakılması gibi durumlar istenildiği zaman yaratılabilir.

Çin, döviz rezervinin Yen’e çevirmez, çünkü Japonya ile arasının düzelmesi onyıllar alacak. Geriye kalıyor avro. Bu da, avronun dolar karşısında daha uzun süre yükseleceğini gösterir. Unutmayın, avro / dolar 0,93’ten başladı, 1,38’i geçti.

ABD’lilerin tutumu ise ironik. Makro düzeydeki ekonomik politikaların kolay kolay büyük dönemeçler yapmadığını biri ABD’li siyasetçilere yeniden anlatmalı.

Bu bir etme bulma dünyası. ABD AB’ye acımasızlık yaptı, şimdi Çin ABD’ye yapıyor. Gün gelecek, Hindistan da Çin’e yapacak.

http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=87069,6

(9 Ağustos 2007)

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Vektörleri

Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) yeni bir kurum ama ancak çok kısa bir sürede global dengelerde yer alması sözkonusu oldu. Bu kurumun karşıtlık ve benzerlik vektörlerini tanımlamak, onun tutum ve davranış alanını da tanımlamak olacaktır. Henüz kesin kestirimler yapmak için erken. Yalnızca olasılıklardan ve olanaklardan dem vuracağız.

ŞİÖ ve diğerleri:

ŞİÖ x NATO: Bunun için önce AB-ABD dağılımlarına bakalım.

AB x ABD: AB için 1989’dan, ABD için 2001’den beridir, eski müttefikiyle sorunu var. Örnek: ABD’nin en son eski Doğu Bloku ülkelerine, Rusya’ya karşı füze yerleştirmesi, AB’nin güvenliğini doğrudan tehlikeye attı.

NATO x AGİK x ABO: Sorun Avrupa Birliği Ordusu’nun olmamasında. Bir birlik, iktisadi, dini, siyasi, kültürel olabilir ama askeri olmazsa, hepsini koruyacak bir bütünlük olmadığı için, tüm diğer öğeler telef olur. ABD; ABO’ya karşı, AGİK’e az karşı, NATO’nun devamından yana. AGİK x NATO durum var. NATO Afganistan’a gider ama AGİK’e Rusya da dahil olur, çelişkisi var.

Bu durumda: ŞİÖ’ye NATO’ya karşı kurulmuş bir kurum değil, NATO ŞİÖ’ye karşı tavır almış bir örgüt olur ki öyle oldu bile.

ŞİÖ x Japonya: Sarı ırk tarihte hep birbiriyle savaşmış. Japonya ve Çin de birbiriyle savaştı. Rusya-Çin ittifakı Japonya’nın Pasifik egemenliğini yener. O nedenle, gelecekte Japonya-ŞİÖ çatışması kaçınılmazdır. Çatışma konusu, Çin-Japonya arasında yer alan açık denizlerdeki doğal kaynaklar için olacaktır ama görünürde Tayvan’ı Çin’den ayrı sayan ABD düşüncesine koşut davranan Japonya imiş gibi görünecektir.

ŞİÖ x Hindistan: Hindistan, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, ne Rusya, ne de Çin ile barış anlaşması imzalamadı. Hindistan Çin’in ekonomik mucizesini henüz gerçekleştiremedi ve bu da onu ABD’ye yaklaştırdı. Ancak, Hintliler de Asyalı ve Doğulular çok çabuk taraf değiştirirler. O nedenle Hindistan, ŞİÖ karşıtı ile işbirlikçisi olmak arasında gidip gelecektir.

ŞİÖ içi:

Çin-Rusya: Her ikisi de dünya devrimi yapmış ülkeler olmalarına karşı, Çin ve Rusya tarihte birbiriyle hiç uzlaşamadı, çünkü birbiriyle komşular ve ikisi de emperyalist. Ancak, AB ve ABD’ye karşı ancak birarada birşeyler başarabilirler.

Makro x Mikro: ŞİÖ’nün 5 küçük ülkesi, neredeyse tamamen piyon durumunda. Bu, zamanı gelince Çin ve Rusya tarafından harcanabileceklerini gösterir. Onlar da, ABD üslerini bir açıp bir kapayarak, kendilerince önlem alıyorlar.

İklim: Eğer global ısınma sürerse (ki öyle görünüyor), Rusya’nın Sibirya’sı ve Çin’in Doğu Türkistan’ı (Sincan) milyonlarca nüfusu barındırabilir. Eh, Sibiryalılar ülkelerinde çoğunluk olablecek Ruslar’ı, Türkistanlılar da ülkelerinde çoğunluk olabilecek Çinliler’i pek hoş karşılamayacak ve bu da uzun vadede iç savaş ve terör demek olacak.

Askeri-İktisadi-Siyasi Bütünlük: Askeri açıdan Çin avantajlı durumda. Rusya enerji kaynaklarıyla avantajlı durumda. Siyasi açıdan tam Bizans entrikaları dönecek. Böylesi bir dinamizm de doğal olarak epeyi kaos getirebilir, getirmeyebilir de. Doğulular / Asyalılar kaosta, Batılılar’dan / Avrupalılar’dan daha başarılı oluyor çünkü, kaos eğilimi oradan geliyor.

Türkiye:


Türkiye her zamanki gibi iki cami arasında binamaz. Aslında ayrı bir başlık değil ama negasyon için bu denli açıkseçik örnekler verebilen bir ülke bulunamaz. 2007 momentiyle NATO’dan yavaş yavaş uzaklaşıyoruz. Çin ve Rusya, ŞİÖ kurulurken, kapalı ağızla Türkiye’ye birşeyler mırıldandı ama o zaman Irak 2003-2007 olmamıştı ve Türkiye hem AB, hem ABD tarafından yarı yarıya dehelenmemişti. Şimdi pastadan bedava pay vermek niyetinde değiller. Tek yol gözlemci olarak katılma isteği ama onun da yanıtı yıllar sürecek. Unutmayın, AB TC’yi tam 50 yıldır oyalıyor, eh sen böyle kandırılırsan, birileri de seni kandırır tabii ki.

Sonuç:

Başarısız da olsa, ŞİÖ hem AB’nin, hem de ABD’nin hakkından gelecebilecek tek örnek şimdilik. Yol açıldı. Nasıl ki geçmişte BM’de 77’ler Grubu vardı, gelecekte de başka ŞİÖ’ler olabilir. Örneğin, ABD’ye karşı bir Latin Amerika bloğu. Keza, Afrika bloğu.

(20 Ağustos 2007)

Çin Parası Öldürür

Önce alıntı:

“YTL'nin en çok değer kazandığı para birimi de, Türk ihracatçılarının dış piyasalardaki en büyük rakibi olan Çin'in parası. 1 YTL, 16 Ağustos'ta 5,679 Çin Yuanı iken, 16 Ekim'de 6,251 Çin Yuanı'na yükseldi. Yani iki ayda YTL, Çin'in para birimine karşı % 14,42 değer kazandı. Bu sırada YTL'nin değer kazanması yanında dolara bağlanan Yuan'ın ABD para birimiyle değer yitirmesi de % 15'lik farkın oluşmasında etkili oldu.

İki ayda en büyük rakibimiz karşısında % 15'lik fiyat değişmesine karşılık kimsenin yapabileceği bir şey yok. Ne ücretleri bu ölçüde düşürebilirsiniz, ne de diğer maliyetleri ayarlayabilirsiniz. Ancak pazar kaybedersiniz.”

(Abdurrahman Yıldırım)

http://www.sabah.com.tr/2007/10/17/haber,F8F829FB5F0F4EFB80F5F7C7449A41B6.html

Sonra yorumlar:

Çin elindeki 1 trilyon doların 500 milyar dolarını harcamaya karar vermişti. Bunun için de Türkiye’nin ayağına gelip onlara mal satmamızı istemişti.

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=47269

Şimdi ne olmuş?

Paramız onların parasına göre değerlendiğine göre, Çin’e ihracatımız değil, Çin’den ithalatımız artıyor demektir.

Böylelikle Çin, kendisinin temel gereksinimleri arasında yer alan ve Türkiye’nin göreli ucuz ürünleri arasından istediklerini istediği kadar alabilir demektir. Düşünün ki buradan taa Çin’e bir TIR 250 dolara gidiyor ki bu da taşınılan malın kilosu 1 sente taşınıyor demektir. (Kargo firmalarının İstanbul içinde bile kilo başına 2 dolar aldığını anımsatayım.) Örneğin o zaman, en çok eksikliğini çektiği temiz ve nitelikli içecek suyu istediği kadar alabilir.

Biz de, 50 kuruşa Çin Pazarı’nda satılan çorap ithal ederiz, konfeksiyon sektörümüz güm diye çöker.

Savaş ve ticaret birbirine çok yakın süreçlerdir. İnsanları ticaret yoluyla da öldürebilirsiniz. Örneğin Çin, bize ihracatıyla bizde, eskiden konfeksiyon ve tekstil sektöründe çalışan, belki 1 milyon kişiyi ölümüne aç bıraktı.

Ancak, savaşta zorbalık vardır ama ticarette zeka vardır.

Çin zamanında bize işbirliği ve işbölümü önerdi. O pek övülen liberalizm birincisi Özal bile bunu algılayamadı.

O zaman da, savaştaki ‘dostum değilsen, düşmanımsın’ kuralı işler.

Çin doğuludur ve Asyalı’dır. Ne yapacaksa, ne diyecekse dolaylı yollardan eyler.

Şu anda Şanghay İşbirliği Örgütü’nde olabilirdik.

Çok şiddetle vurguluyorum:

Dün TBMM’de ABD’nin artık Türkiye mütteffiği olmadığı telaffuz edildi. Ancak bu durum, en az 10 yıldır böyle. Ne zaman ki Kuzey Irak’ta Kürtler’i çok güçlendirdi, ne zaman ki 11 Eylül 2001 oldu ve bizi de Müslüman düşman potansiyeli saymaya başladı, işte o zaman ipler koptu.

Çin’le de müttefik olabilirdik. Ancak, sanırım artık treni kaçırdık.

Türkiye’deki yabancı yatırımı yüz milyarlarca dolar, ya yılda % 10 reel faiz alıyor, ya da % 10 kar transferi yapıyor; demek ki 10 yıl sonra tüm yatırımlar amorti olmuş olacak ve bunun 5 yılı 2002-2007 AKP iktidarı döneminde geçti, artı ikinci 5 yılı da güvenceye aldılar, yine aynı iktidar aracılığıyla. Ayrıca, elde var yılda 150 milyar dolar ithalat. Çift dikişle sağlamdalar.

Demek ki AB’yi ve ABD’yi de kaçırdık.

Bir kez daha ekleyelim:

Reel durumda % 50 hayali ihracat ve hayali aramal ithalatı (ki bunlar iç piyasaya sevk ediliyor) var.

Asıl gerçek de şu:

Liberalizm ile savaştan daha büyük zararlar gördük. Açımlama: 2. Dünya Savaşı 1938-1946 arasında reel büyümeyi sıfır yaptı, 1991 Irak Savaşı 100 milyar dolar zarar verdi. 1983-2007 arasındaki 24-25 yıllık liberalizm dalgaları 1 trilyon dolar zarar verdi.

1972’de ‘GNP per capita’ 1.000 dolar idi, 2007’de 5.000 dolar. 1972’deki 1 dolar, 2007’de 5 dolar. Yani, yerimizde sayıyoruz.

Çin parası öldürür, başka paralar da öldürür, çünkü onlar G-9.

Diğer bir deyişle:

Büyük para küçük parayı öldürür.

(18 Ekim 2007)

Çin’in Hakkından Ne / Kim Gelir?

Çin, Cengiz Han’dan bile büyük bir beladır ama bu henüz gerçekleşmemiştir. Gerçekleşmeyen belaları engellemek, gerçekleşmiş belaları ödemekten daha kolaydır. Bunu düşünebilen biri gelir.

Ateist engizisyona karşı, ateist demokrasiyi uygulayan biri gelir.

Bir Türk gelir. Moğol değil, en azından şimdilik, bu durumlarıyla bunu beceremezler. (2’si Çin’i yenen tek kayıtlı örnektir.)

Aristo-Lao Tzu sentezi gelir.

‘Sun Tzu – Lao Tzu – Konfiçyus’ triyalektiği gelir.

‘Sokrat – Platon – Aristo’ triyelaktiği gelir.

Çin’den daha acımasız olan biri veya bir şey gelir.

Kalabalık nüfusu gelir.

Çoğulculuk gelir. Marksizm’den / Maoizm’den önce bile, dünyanın en merkezi devleti idiler.

Neo-globalizm ve neo-libelarizm gelemez.

Büyük krizler: Gıda, çevre, nüfus hayır. Su belki. Salgın hastalık evet (kuş gribi kesin).

Demokrasi gelemez, çünkü Çin’e demokrasi gelemez. Bu nedenle, Çin’in hakkından demokrasi gelemez. Platon’un 3.000 küsur cumhuriyet kişisiyle, 1,5 milyar insan arasında nicelik değil, nitelik farkı var. Aynısı Hindistan için de geçerli.

Melezlenme gelir. (Hangileri olduğunu henüz kestiremiyoruz.) Çin safkanlığa oynadı, 4.000 yıldır, Hitler’den bile fazla.

Çin’den daha faşist (bakınız Türk) biri veya bir şey gelir.

Uzakdoğu Asya Metafiziği’ni ayırtsızlaştırma gelir ki bu 5.000 yıllık dünya sistemine 5.000 yıllık bir atalet sokar.

İçeriden zor. Mao bile beceremedi ve sonrakiler de...

Kadınlar da zor.

Anti-, trans-, post-, meta-hümanizm kesin.

Uzaycılık az.

Klonlama ve beden nakli az.

Yazılımlaştırma konusundaki aşamalarını, kendileri dahil, kimse bilmiyor, dolayısıyla bu seçenek belirsiz.

Diğer sarı ırklar. İlk sıra Vietnam’da.

Tanzimat türü bir oluşum.

Megalomani kesin. Buna ilişkin epeyi veri birikti. Hiç iz bırakmadıklarını sanıyorlar. Her suç iz bırakır, öneğin Çin’in casuslukları.

Sonuç: Çin en geç 2025’te durdurulmalıdır. 2050 çok geç olur. Durdurulmazsa, ABD’den ve Cengiz Han’dan büyük bir bela olacak.

(5 Mart 2008)

Orhan Pamuk Çin Seddi’ni Aştı

Sevgili Nobel ödüllü yazarımız, (ikinci) biricik Orhan Abi’miz, kitap imzalamaya taa Çin’lere kadar gitmiş. Bu ne büyük fedakarlık. Bu ne cüzdan.

“Pamuk, Çin Sosyal Bilimler Akademisi'nde ‘Biz Kimiz?’ başlıklı bir konferans verdi.”

http://turkish.cri.cn/281/2008/06/30/1s96015.htm

Düzeltme-yorum: Pamuk, ömrü hayatında ‘Ben Kimim?’ sorusunu, kendine hiç sordu mu acaba? Nişantaşı’nda fildişi kulesinde otururken, birden globalleşip Manhattan’lı olmanın en anlama geldiğini kavrayabildi mi? O 11 Eylül’ü, kitaplarını imzaladığı bazı Çinliler’in planlamış olabileceği hiç aklına geliyor mu? Gelseydi de aldırır mıydı?

“Çin'de bu kadar hayranı olan Pamuk çok sevindi. Aynı sevinci paylaşan birisi daha var, o da Pamuk'un yapıtlarını Çince'ye çeviren Shen Zhixin. Shen, Benim Adım Kırmızı, İstanbul, Kar ve Yeni Hayat'ı Çince'ye çevirdi. Shen, ‘Dört romanını çevirirken, ben tabi ki pek çok zorluk çektim. Mesela, Orta Asya tarihi hakkındaki bilgilerim kısıtlı olduğu için, çevirmede pek çok araştırma yaptım, bu bir. İkincisi ise, Orhan Pamuk'un eserlerinde bazı yerlerde mantığı normal gibi görülmüyor, çok karışık. Anlamak için çok zor. Bu da tabi ki, yavaş yavaş tekrar tekrar okuyarak anlamını çıkarmalıyım. Tabi ki zevk da var. Bu romanları çevirdikten sonra, romanlarda anlatılan Türkiye'nin bazı yerleri, mesela İstanbul, Kars hakkında, onun tarihi, onun manzarasını yeniden tanıdım’ dedi”

Düzeltmeme-yorum: Bu çevirmen, 5. sınıf fransız romanlarını Türkçe’ye çevirip, Türkiye’de romanın düzeyinin canına okuyan ve arada bir ‘Ey Kari’ diye, ana metnin içine giren çevirmenleri aşmış ki çok aşmış.

Kars mı Orta Asya’da, yoksa Çin’in önemli bir bölümü mü Orta Asya’da? Coğrafya Orta 1 sorusu.

Ne bileyim, Çin Seddi’ni bize karşı yapmış filan olabilirler mi?

Sonracıma, Pamuk’ta mantık aramak kimin haddine düşmüş? Kendi bile aramıyorken ve bunu açıkça itiraf ediyorken...

Bırakın bunları, Pamuk şimdi Beijing’li. Pekin miydi yoksa?

(7 Temmuz 2008)

Çin-Japonya Anlaşması

Çin ile Japonya anlaştı.

Hangi konuda?

“Tokyo ve Pekin, Doğu Çin Denizi'ndeki doğalgaz yataklarının paylaşılmasıyla ilgili anlaşmazlığı giderdi. Japonya'nın Kyodo ajansı, iki ülkenin doğal gaz rezervlerini birlikte işletme konusunda anlaşmaya vardığını duyurdu.”

http://sondakika.com/haber-japonya-ve-cin-deniz-tabanindaki-dogalgaz/

Tarih: 18 Haziran 2008.

Tipik Doğulu tavrıyla, 2 taraf da ayrıntıları vermedi, hatta ayrıntıların henüz belirlenmediğini açıkladı.

Yine de, ezelden ebede düşman 2 dev anlaştı: Belki de, tarihte ilk kez.

Doğu Çin Denizi’nde, Sibirya’dan az ama Kuzey Denizi’nden çok kaynak var.

Bu da trilyonlarca dolar demek. Bu da, delicesine yeni bir çevre kirliliği krizi demek.

Ancak, kazara bu kaynak Japonya’nın Rusya boru hattına bağımlılığını yeterince küçültürse, ne olur, tahmin edin.

Çin ve Japonya Dünya’nın canına okur. Bu arada birbirlerinin de canına okur, ayrı konu. Zaten hep öyle yapagelmişler.

Arada Tayvan güme gitti.

Japonlar, Haziran 2008’de Tayvanlı balıkçıları tutukladılar, vd, vb.

Rusya nasıl ki Sibirya’yı ABD devlerine yedirmiyorsa (üstüne bir de tüm dış borçlarını vadesinden önce ödeyip, 3. Dünya ülkelerinin borçlarını affettiyse), Japonya ve Çin de Doğu Denizi’ni ABD devlerine yedirmeyecek.

Sonra da sarı ırk, bırakacak beyaz ırkı, kendi kuburunda debelensin.

(23 Haziran 2008)

Çin’in ve Türkiye’nin Aile Yapısı

“Çin’de 100 milyon çocuk, ailelerinin tek çocuğu...

Çin’de 1982 yılında hane başına 4,4 kişi düşüyordu, bu sayı 2005 yılında 3,1’e indi.

Yetkililer tek çocuk politikası sayesinde, Çin nüfusunun 400 milyon kişi daha az olmasının sağlandığını açıkladı.”

http://www.ntvmsnbc.com/news/452445.asp

Sondan başlayalım:

25 yılda nüfusun % 30 daha az olması sağlanmış.

Bu, Türkiye için 16 milyon daha az nüfus demek.

Bizde çocuk sayısı 4’ten 2,5’a 70 yılda ancak indi. En az gelirli kesimler, en çok çocuk yapan kesimler. DİE ve TUİK istatistik kitapları bunu açıkça gösteriyor.

4 yerine, 1 çocuğun olunca, daha az mı aile oluyorsun?

Hayır.

Tüm enerji, zaman, para 4’e bölüneceğine, olduğu gibi tek çocuğa kalıyor.

Eskiden tek çocuğun yalnızlık sorunu çektiği önesürülürdü ama artık kreşler ve anaokulları var.

1983-2008 arasında ki 26 yıl için, yılda adam başı 2.000 dolardan, 16 milyon kelle eksiltin. Türkiye ekonomisine 400 milyar dolar eklenirdi.

Bir de kahvelerde ve sokaklarda, üniversite mezunu bile olsa, milyonlarca işsiz genç olmazdı.

Üstüne üstlük, bunlar ikinci kuşak olarak daha fazla çocuk azalması yaratırdı.

Çin’deki durum, bizde de ergeç olacak.

1950-1960 doğumlular olarak, yaşamlarımızın 3 darbe ve 3 liberalizm ile katledilmesini kabullendik. Dünü ve bugünü pas geçtik, yarını kurtarmaya çabalıyoruz. Bizim çektiklerimizi gelecek kuşaklar çekmesin istiyoruz.

Bunun da tek çaresi var: 1 çocuklu aile.

(14 Temmuz 2008)

Çin ve Ebay

Çinliler’in ticaret geleneği çok eski ve çok güçlüdür. O kadar ki tüm Okyanusya’da, birinci veya n’inci kuşak hemen tüm Çinliler, ticaretten para kazanır.

1990’larda eski Doğu Bloku çöktüğünde, Rusya’da bir mühendisin aylık maaşı 150 (yüz elli) ruble iken, 1 dolar 1.500 (bin beş yüz) ruble olmuştu.

Buna ekonomide ‘arbitraj’ ya da ‘çapraz kurdan köşeyi dönmek’ deniyor. Zamanında bunu, devlet destekli kurdan yararlanan ithalatçılarımız yapardı.

Çin, yıllardır bile bile kendi parasını ABD dolarına göre düşük tutuyor.

Böylelikle Çin, asgari ücreti birkaç onyıl 50 dolar civarında tuttu. (Şu anda bizde 300 ama bir ara 400 doları geçmişti.)

Vietnam, Çin’e rekabet, inat ve gıcıklık olsun diye, bu sınırı 25 dolara çekti.

Şimdi bu durumda Çinli biri, internette ve Ebay’de nasıl ticaret yapar?

Gayet basit:

Altsınır olan 1 sentten mal koyarak...

Arada ABD mizah dergisi ‘Mad’den bir espri:

‘Ütü 1 sent, rezistans 19,99 dolar.’

Şimdi bir Çinli 1 sentle para kazanamaz.

Durum bir: Malın maliyeti limit ve pratite sıfır, çünkü telifsiz ve çok düşük baskı maliyetiyle basım yapıyorlar; öyle ki bizim yayıncılar şu anda Çin’de basım yaptırıyorlar.

Ebay’de Çin malı şöyle: 16-20 parça kartpostal 1 sent, yollama 3-4 dolar.

Yani:

Bir Çinli netizen efemerist, pratikte ayda 10 kalem / başlık mal sattığında, ayda 1 asgari ücret, 100 parça mal sattığında 10 asgari ücret para kazanır. Bu da bizim 4.000 dolara karşılık gelebilir.

Satmaz mı sanıyorsunuz?

Çatır çatır satıyorlar. Bizzat alıcıyım.

Gayet de kibarlar, yanına hediyesi birşeyler muhakkak yolluyorlar.

Peki, bizim Türkler Ebay’de ne yaptı?

Tahmin edebilirsiniz:

Ebay’de sayfalarca, Türkler’den yakınma forumları var.

Sonunda onlar da uyandı. Şimdi bizimkileri kazıklıyorlar.

Bana da denk geldi: 2 kez. Her kezinde paramı geri aldım.

Biz Türkler, Çinliler’i her alanda yenebilecek ve durdurabilecek tek ülkeyiz. Tabii ki böyle ve bu yoldan değil.

Nasılı ve ‘tao’su meslek sırrı kalsın.

Buradan, Çinli meslektaşlarımın ticaret usüllerine şapka çıkardığımı, saygıyla sunarım.

(12 Mart 2009)

Çin Kaç Milyar Dolar Satacak?

Çin, ABD’yi öldürmek istemiyor. Yani, şimdilik.

Çin, ABD’yi soluksuz bırakabileceğini göstermek istiyor ama hesapça belli etmeden. Oysa, ondan başka makro oyuncu kalmadı Dünya sahnesinde.

Çin’in stokta 2 trilyon doları var.

500 milyar dolarını satarsa, ABD biter.

1 trilyon dolarını satarsa, Dünya biter.

(Türkiye, 20 yılda Çin’e 2 trilyon dolarlık ihracat yapsaydı, Dünya’da hiçbirşey bitmezdi, önce sınıf atlardık, ondan sonra da Türkiye Büyük Sahra olurdu.)

O nedenle, 250-300 milyar dolar olmalı.

Ama nasıl satacak?

Kendine saklı olarak işbirlikçi, görünürde müsebbib birini bulması gerek.

O da Putin ve Rusya.

Çin, 100 milyar doları çoktan (forward) satmış olmalı. 1929 deneyimi, eğer ders aldılarsa, öyle gerektiriyor. Etki-tepki zincirinin çığ etkisi biraz zaman alır. Almalı da.

Çin, 100 milyar doları Rusya’ya henüz satmış, satıyor ve/ya hemen satmakta olmalı.

Çin, 100 milyar dolarla sürpriz bir kumar oynayacak. Burada hata olasılığı % 50’den çok. Denenmiş bir yol olmalı ama Çin denenmemişi seçecek gibi.

Denenmemiş yol 2001’de başarılı oldu. O nedenle Çin, denenmemişe biraz fazla kayacak, bu da 11 Eylül’de bırakmadığı imzayı bırakması demek olacak.

100 milyar dolar doğrudan Latin Amerika’ya gidecek. İlk kim gereksinirse. Sonra döner sermaye yaratılacak.

Hata: Morales BM’de 200 ülkenin önünde koka yaprağı çiğnedi ve koka yasağının kalkmasını istedi.

Buna hiç kimse, Castro bile, cesaret ve/ya cüret edemezdi.

Çin demek ki hata yaptı ve birilerine açıkkart verdi.

Bu Çin’in kaybı ve Latin Amerika’nın, Irak’taki Kürtler ve iran’a tek başına saldırmaya yekinen şu anki İsrail gibi, ters köşeye yatması demek.

Çin ilk atışta ABD’yi indirebilirdi. Kendinin de 500 milyar dolar zararı göze alması gerekirdi. Yine de, bu yeterdi.

Ancak, gelecekte 2 trilyon dolar bile yetmeyecek.

Çin’in en çok 1 yılı, en az 3 ayı var.

Göreceğiz.

Çin, tarihi ve kendini ters köşeye yatıracak. Yine de şansı yaver gidecek ve kazanacak ama gelecek için batacağı bazı kalıcı kararlar almış ve uygulamış olacak, çünkü kendini başarılı görecek.

Anlamadınız mı?

‘Kızıl Yar 1-2’yi izleyin.

(12 Mart 2009)

Çin Yumurtaları Ayrı Sepetlere Koyuyor

Çin’in elindeki 2 trilyon doları er geç başka para birimlerine de dönüştüreceğini daha önce yazmıştım.

Son gelişmeler ise şöyle:

“Çin'in son aylarda üst üste stratejik kararlar aldığı gözleniyor. Malezya, Ukrayna, Arjantin, Endonezya, Hong Kong ve Güney Kore'nin yer aldığı 6 ülke ile ticarette dolar devre dışı bırakıldı.

7 Ocak: Interbank bono piyasasında kısıtlayacı uygulamalar kaldırıldı. Interbank bono piyasasında işlem yapabilmek için en az 500 milyon yuanlık işlem yapılması şartı kaldırıldı.

20 Ocak: Çin ve Hong Kong arasında 3 yıl vadeli 200 milyar yuan büyüklüğünde takas (swap) anlaşması imzalandı. İki ülke ticaretlerinde dolar yerine kendi para birimlerini kullanma kararı aldı.

8 Şubat: Çin ve Malezya para birimleri arasında 3 yıl vadeli 80 milyar yuan büyüklüğünde takas (swap) yapıldı. İki ülke ticaretlerinde dolar yerine kendi para birimlerini kullanma kararı aldı.

11 Mart: Çin ve Belarus (Beyaz Rusya) para birimleri arasında 3 yıl vadeli 20 milyar yuan büyüklüğünde takas (swap) anlaşması imzalandı.

23 Mart: Çin ve Endonezya arasında 3 yıl vadeli 100 milyar yuan büyüklüğünde takas (swap) anlaşması imzalandı. İki ülke ticaretlerinde dolar yerine kendi para birimlerini kullanma kararı aldı.

30 Mart: Çin ve Arjantin arasında 3 yıl vadeli ve 70 milyar yuan büyüklüğünde takas (swap) anlaşması imzalandı. İki ülke ticaretlerinde dolar yerine kendi para birimlerini kullanma kararı aldı.”

http://www.timeturk.com/imfye-karsi-cin-dolari-77417-haberi.html

1 yuan 0,14 dolar ediyor. Kabaca 1/7 diye düşünülebilir.

500 milyarı aşkın yuan, 70 milyar doları aşkın miktar eder. Bu da Çin’in toplam dolar rezervinin henüz ancak % 3-4’ü demek. Ancak bu işin yavaş yavaş yapılması da gerekli. Yoksa Çin, elindeki değerin yarısını yitirebilir. Bunu istese kendi yapabilir ama istemeden böyle bir şeyin olmasına da izin vermez, en azından vermek istemez, yoksa pekala sürprizler olabilir, AB’nin avroya hızlı geçişi gibi.

Çin’in ABD’ye ihracatı tüm ihracatının % 20’si, ithalatı ise % 7’si dolayında. Hong Kong’a ihracatı ise toplam ihracatının % 15’i civarında.

http://en.wikipedia.org/wiki/Economy_of_the_People%27s_Republic_of_China

Burada açık olan gerçek, Çin’in birincil ithalatının enerji alanında olması. Bugün Afrika ve Latin Amerika’daki yoğun siyasal etkinlikleri o nedenle. Afrikalılar, ABD’ye de AB’ye eşit uzaklıkta olabilir. Latin Amerika ise, eğer bu sol dalga tutarsa, ABD karşıtı durumda. Afrika en çok gıda, Latin Amerika ise en çok sanayi hammaddesi gereksiniyor. Çin bunları dolar dışı ticaret araçlarıyla sağlayabilir. İşte o zaman dolar gerçekten devredışı kalabilir.

Çin dolar dışına geçme girişimini 2007 krizi öncesinde başlattığına göre, bu enflasyon hızıyla, çok daha çabuk ‘de-dolarizsayon’ yaratabilir. O zaman ABD, bastığı geçersiz trilyonlarca dolarlık kağıt parçalarıyla reel sektör ürünlerini satın alamaz.

Gidilen nokta bu. Fail olarak da, hiç de Çin görünmüyor.

(17 Haziran 2009)

Çin-Türkiye 2010 Momenti

Türkiye'nin 2009'da 130 milyar dolar dış kaynağa ihtiyacı var.

www.porttakal.com/haber-turkiye-2009-da-36-milyar-dolar-borc-odeyecek-206994.html

Ankara, 70 milyar doları ABD dışındaki bonolara yatıracak Çin'den pay alma peşinde.

Ankara’da, Çin rezervlerinden pay kapma çalışmaları başlatılırken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Çin'e gidiyor. Gül, 23-29 Haziran tarihleri arasında geniş katılımlı bir heyetle Çin'i ziyaret edecek.

http://www.yurthaber.com/haber/imfye-karsi-cin-dolari-149790.htm

Çin parası öldürür, demiştik.

Neden?

Bütün büyük paralar öldürür de ondan.

Neden?

2 nedenle:

Bir: Büyük ülkeler hayrına yatırım yapmaz. İki: Küçük oyuncular da onları izleyeceği için, oyunun veri tabanı değişir. Yani, bu koşullarda Türk Lirası aşırı değerlenir.

O zaman en olur?

İhracat aşırı düşer, ithalat aşırı yükselir. Daha önce de olmuştu ama bu nedenle ilk kez böyle olabilir ve diğer koşullar aynı olduğu için bu ek bir yük olur.

Çin, daha önce (2007’de) Türkiye’den 500 milyar dolara kadar tüketim malı alabileceğini belirtmişti.

http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=47269

Türkiye ne yapıyor?

Kendi ürettiği şu anda ve burada var olan reel mal yerine, henüz doğmamışların sırtına binecek (ve geçmişte Osmanlı’da bindiği gibi) sanal değer satıyor.

500 milyar dolar borç, olacak 600 milyar dolar. Belki çoktan olmuştur bile.

Çin, 10 yıl önce komşu olduğumuzu belirttiğinde, onun vassalı olmamızı belirtmemişti, yoksa bize Sudan’a davrandığı gibi davranırdı.

Kendini ne yerine koyarsan, sana öyle davranırlar. ABD’ye karşı 35 yılda ayanların, Çin’e karşı kaç yılda ayacağını merak ediyorum doğrusu.

Çin-Türkiye 2010 momenti çok açık: Potansiyel > % 100, aktuel < % 0. (18 Haziran 2009) Çin, Türkistan ve Türkiye Sonda söyleneceği en başta söyleyeyim: Türkiye, Türkistan sorununda, Çin’in karşısında yer alırsa, bunu çok pahalı öder; PKK’den, Kıbrıs’tan ve diğerlerinden çok daha pahalı... Dönelim başa: O ülkenin adı Doğu Türkistan değil, Türkistan. Türkiye de, Batı Türkistan değil. Türkistan’ın konuştuğu dil, ‘Çin’in Sesi’ radyosunun Türkiye FM radyolarındaki yayınlarından dinlenebileceği üzere, Türkler’in anlayacağı bir değildir, farklı bir dildir. Keza Azerice de öyle, isteyen Azeri TV’sini kablolu TV’den izler. ‘Megalo Türk Dünyası’ söylemi, bir mavaldan ibarettir. Bir Özbek tanımıştım, kendisini Türk sayıyordu, öyle olmadığını söyleyince, çok bozulmuştu. Özbekçe’yi de bir Türk anlayamaz. Türkiye nasıl davranabilir? MHP’li koalisyon 2000’de, Türkistan eylemcilerini sınırdışı ettiğinde olduğu gibi: “1999’da Çin Halk Kongresi Başkanı Li Peng ve 2000’de Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in Türkiye ziyareti sırasında, Doğu Türkistan faaliyetlerine karşı tedbirlerin alındığı ve Türkiye’de Çin’i bölme faaliyetlerine izin verilmeyeceği konusunda güvence verilmişti.” http://savunmavestrateji.blogcu.com/turk-cin-iliskilerinin-gelismesi_962606.html Bölgesel güç olmanın kurallarından biri, oyunun epeyi hamle ötelerini tasarlayabilmektir, hemencecik hamasete sarılmak değil. Türkiye serinkanlı davranmazsa, bunu nasıl öder? 5 trilyon dolar filan kadar dış ticaret kaybı ile. Çin emperyalist değil mi? Öyle. ABD bile, Dünya’da bir buçuk milyar kişiye aynı dili konuşturtturamadı. Türkiye de emperyalist, pardon bölgesel güç olmak istemiyor mu? İstiyor. Emperyalist emperyalisti ısırır mı? Ticarette pazarlıkta anlaşamazsa, belki savaşır ama o da çok sonra. Türkistanlılar için üzülüyor muyum? Hayır. Psikopat filan mıyım? Hayır. Bilgim bana öyle söylüyor: Konuyla ilgili yaşamsal deneyimim ve anekdotum şöyle: Bayazıt’ta yıllarca seyyar kitapçılık yaptım. Ne kadar müptezel tip varsa oradaydı, ben dahil. Bir de Türkistanlı vardı. Halkını savaşa eğitmek için dünya silah kataloglarını toplardı. Ben de ona dilimin döndüğünce, davalarının kazanma şansı olmadığını anlatmaya çabalardım. Dinlemezdi tabii. Neden kazanma şansları yok? Çünkü donanımsızlar. Dünya’dan yalıtık yaşıyorlar. Güçler dengesinden ve konjonktürden haberleri yok. Şu andaki kışkırtmayı kim yapıyor? Tabii ki Yankiler. Tıpkı 1956’da Macarlar’ı, 1961’de Kübalılar’ı, 1993’te Kürtler’i kışkırttıkları gibi, onları da ateşe sürüyorlar ve kenara çekilip, cayır cayır yanmalarını seyrediyorlar. Honduras’a karşı, İran ve Çin. Dünya bir satranç tahtası: Adını ben koymadım, ABD akili Brzezinski koydu. (7 Temmuz 2009) Çin Şirket Avında “Döviz rezervleri 2 trilyon dolara ulaşan Çin, dünyada şirket avına çıkıyor. Çin Başbakanı Wen Jiabao, döviz rezervlerinin bir bölümünün Çinli şirketlerin, ülke dışında satın almalar yoluyla, büyümelerini sağlamak için kullanılacağını söyledi.” http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=946209&Date=23.7.2009&CategoryID=101 Bunu ne zaman akledecekler, diye merak ediyordum. Açıkçası geç aydılar. En basitinden Türkiye’de, yılda net % 10 kar transferli, yani yalnızca 10 yılda, yani Çinliler ve hatta Türkler için çok kısa bir sürede, kendini amorti edecek / etmekte olan ve özelleştirme adına neredeyse, tek kuruş ödemeden, bir yıllık cirolarına satılan şirketleri, Çin çoktan satın almış ve parasını çıkarmış olabilirdi. Dünyada en verimli ekonomik alan enerji. Sonra da tarım. Çin’in de zaten enerji ve gıda açığı sorunu var. Suya da pekala yatırım yapılabilir ama bu ancak Çin’in Rusya ile, içecek ve kullanım suyu takası yapması ile ekonomik verimli duruma gelebilir. Yani Çin, nakliye sorunları nedeniyle, Türkiye’den Batı Rusya’ya nitelikli içme suyunu ucuza satacak ve kendisi Sibirya üzerinden boruyla kullanım suyu alacak. Ara sektör olark hammade sektörü önerilebilir. Türkiye’nin bu sıralar yaptığını, Çin de yapabilir ve hurda demir depolayabilir. Türkiye, eğer o kadar acele etmeseydi, tüm KİT’leri o zamanki satılış değerlerinin kat be kat yukarısına Çin’e satabilirdi. Böylelikle Çin’le ekonomik semböyize (ortakyaşama) geçerek çok güçlü bir müttefik durumuna sıçrayabilirdi. Hala yapabilir: Nükleer enerji, silah, robot ve uzay konusunda. Bunların her biri trilyon dolarlık potansiyelli sektörler. Birinci Sanayileşme’nin bir sürü sektörü köhnedi, otomotiv gibi. Bu nedenle, İkinci Sanayileşme’nin öncü sektörlerine şimdiden girip, yalnızca 25 yılda, geçilmemecesine öne geçmek mümkün olabilir. Çin bunu yapabilir mi? Yapabilir. Türkiye bunu yapabilir mi? Yapabilir ama üçüncü kez iktidara getirilen, muhafazakar-liberal geçinen, bu gecekondu zihniyetiyle değil. (23 Temmuz 2009) Çin Mermer Fabrikalarımızı Bitirdi Çin’in taşımayı ucuza getirerek, bizden ucuza mermer alıp, işleyip bize geri sattıtığını, ‘Çin Mermerlerimizi Ne Zaman Bitirecek?’ başlıklı metnimde daha önce yazmıştım. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=8652 Mermerlerimiz henüz bitmedi ama Çin sayesinde mermer fabrikalarımız bitti. “Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Çin kökenli alıcı firmaların mermer ithalatında ısrarcı olması ve düşük fiyatlarda Türkiye’den alımlarda bulunması ve bunu işleyerek yeniden Türkiye’ye pazarlamasının mermer sektörünü sıkıntıya soktuğunu, fabrikaların kapanmasına yol açtığını söyledi.” http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=950049&Date=17.8.2009&CategoryID=101 Şimdi ne olacak? Çin’in Dünya’da şirket avına çıktığını, ‘Çin Şirket Avında’ başlıklı metnimde yazmıştım. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=194016 Olacağı şu: Herhalde Çin, kapanan mermer fabrikalarımızı ucuza satın alacaktır. Ancak, burada fırsat maliyeti sözkonusu. Eğer, Türkiye’de fabrika açarlarsa, enerji ve vergi maliyeti, mermerleri Çin’e götür-getir yapmaktan daha pahalı olabilir. Bir de gözden kaçan bir ayrıntı var. Mermer sektörü en çok çevre kirliliği yaratan sektörlerden birisidir. Taş kesiminde makinaları soğutmak için su kullanılıp, onlar da arıtılmaksızın doğaya geri bırakıldığı için, Bursa-Balıkesir arasındaki maden ocakları nedeniyle gözlendiği üzere, dereler bembeyaz akabilir. Üstelik bu tozda ağır metal içeriği olması olasılığı da var. Çin, çevre kirliliğine bizden daha az önem veren bir ülke. Çinli yöneticiler de, Menderes gibi, havanın çarşaf olmayıp kirlenmeyeceğini düşünüyorlardı ama bugün Çin büyükkentleri Dünya’nın en kirli havasına sahip kentleri arasında. Demek ki olgunun birçok boyutu varmış ve hepsi düşünülmeliymiş. Çin’in bundan sonraki adımları da, başka metinlerin konusu olmayı sürdürecek. (17 Ağustos 2009) Çin İç Piyasasına Yöneliyor Ön saptamalar: Çin, bugüne dek tuhaf bir devlet kapitalizmi yöntemi kullandı. Bunun en önemli sonucu, devletin bir şirket gibi yönetilebileceğinin kanıtlanması oldu. Çokülkeli şirketler (ÇÜŞ’ler) böyle yönetilemiyor, çünkü çok dillilik ve çok kültürlülük onları dağıtıyor. (Örneğin, 1984’te o zamanın en büyük bilgisayar şirketi NCR’nin yanlış ekonomik stratejilerle nasıl batırıldığını doğrudan izledim, çünkü bir projede orada çalıştım.) Çin bugüne kadar ucuz ihracatla çok büyüdü. Dünya’da 30 küsur yıl boyunca yılda % 10 büyüyen ekonomi örneği çok azdır. Bunda, ABD’nin ve AB’nin ‘göreli büyüme durması’ aşamasına gelmelerinin de payı yüksek. Çin’in gücü, G-8’in toplamınınkinin 1,5 katı. Hindistan beceriksizlik gösterdiği için, bu Çin’i dünyanın en büyük merkezi yönetimi kılıyor. Çin’in gücü ve hataları burada yatıyor. Ancak Çin, artık strateji değiştiriyor. Deniz Gökçe şöyle yazmış: “Çin, yavaş yavaş Çin'den dışarıya sermaye çıkmasına ve içeriye sermaye girmesine, daha hoşgörülü bakar hale gelmeye başlamıştı. Özetle Çin, artık ekonomik gücüne güvenmeye başlamış bulunuyor ve siyaseten serbesti getirmese de, ekonomide daha da artan serbestiye geçeceğini ilan etmiş bulunuyor. Çin artık büyük oyuncu ve yeni bir oyun oynamaya başlıyor! Bu değişimin çok önemli olduğunu ve Çin'in iç talebe daha fazla dayanacak politikalar geliştirmeye başladığını artık görüyoruz.” http://www.aksam.com.tr/cin-ekonomik-stratejisini-degistirmeye-basladi-2479y.html Bunun anlamları / sonuçları neler olabilir? Birincisi, dünyadan mal çekilmesi olacak. Kenar mahallelerdeki Çin pazarlarını izlerseniz, düşük gelirli insanların en önemli harcamalarının ıvır zıvıra yönelik olduğunu görürsünüz. Ucuza alışmış kitleler, pahalıyı görünce şoka uğrayacak ve tüketimini geçici de olsa kısacak. İkincisi, Çin’de ıvır zıvır mal satışının çok büyümesi olacak. Çin, bunu ev ve araba gibi makro harcamaları kısıtlamak için yapıyor. Bunu bilinçli yaptıklarını sanmıyoruz ama Çin dünyada küçük harcamaların denetlenebilir olduğunu ilk uygulayan ülke olacak. 15 yıl sonra 4.000 dolara Çin ve Hindistan arabaları her yeri kaplayacak. Yani Çin, ‘kendine küçük, dışarıya büyük harcama yaptırmak’ ekonomi politiğini izleyecek olacak. G-7 ülkeler 5.000 dolarlık malları (cep telefonunu) satacak kimse bulamayacak, çünkü paralar küçük mallara gitmiş olacak. Bunun 2007 krizinin üzerine olması, 2017’de G-7’in mal satamaz duruma gelmesi olabilir. Tüm bunlar Çin’in neden olduğu enerji ve hammadde krizini azaltmayacak. Evet, Çin büyük ülke oldu. Ancak bunun bedelini çok ağır ödeyecek. Trilyonlarca doları boş yere savunmaya / saldırıya harcayacak. Bunların hepsi artı gıda ve su krizi, 2029’da dünya ekonomisinin gerçek bir duvara toslaması demek olabilir. Tarihi bir de şöyle yorumlayalım: 1991’de SSCB bitti, 2001’de ABD bitti, 2011’de (Yunanistan kriziyle) AB bitti. Geriye ne kaldı? Hiçbirşey. Çin bile kalmıyor: En azından bu denklemde. Çin bütün büyük ülkeler gibi, kriz yaratma takıntılı oldu ve bunu da maharetle becerecek. Gerçeğin çölüne hoşgeldiniz. Vaha falan da ummayın. Ayrıca, bu bir serap da değil. (8 Haziran 2011) Çinliler Çinliliği Anlamıyorlar Çin artık bir numara. Çinliler bir numara olmanın ne olduğunu ve bir numara Çin’in ne / nasıl / hangi / niçin / nerede / ne zaman olduğunu anlamıyorlar. Çinliler, 1 numara ABD’yi ve 2 numara SSCB’yi anlayamadı. Çünkü o sırada değil 3., belki 30. sırada idiler. Ya da başka bir deyişle, başka ölümcül sorunları vardı. ABD’yi anlamadılar, çünkü Çin Batı’yı AB üzerinden tanıdı, ABD üzerinden değil. ABD’yi anlamadılar, çünkü ABD’nin Çan Kay Şek’i tutması bir hesap hatası idi. O hesap hatasının benzerlerini bugün ve burada kendilerinin de yapmakta olduğunu anlamadılar. ABD’yi anlayamadılar. Yine de ABD, 2. Dünya Savaşı sırasında Çin’in müttefiki idi. ABD’yi anlayamadılar, çünkü beyaz ırkı hiç mi hiç anlayamadılar. SSCB’yi anlamadılar, çünkü SSCB eski bir müttefik idi. SSCB’yi anlamadılar, çünkü Rusya’yı oldukça geç tanıdılar (aradaki engin genişlikteki coğrafya yüzünden). SSCB’yi anlamadılar, çünkü kendilerini 3. Dünya olarak tanımlarken, Hindistan da 3. Dünya idi ve o zaman da şimdi de Çin Hindistan ile savaş durumunda. SSCB’yi anlamadılar, çünkü SSCB’yi 2. Dünya olarak tanımlarken, oradaki 1.-2. Dünya ayrımsızlığını (2. Dünya’ya eski Doğu Bloku’nu ve ABD’nin hempalarını koyarken) anlamadılar. Çinliler sarı ırkı, özellikle de Güney Kore’yi ve Hong Kong’u anlamıyorlar. Japonya ile çatışmaları uzun bir kan davası, olağandır, çünkü AB iç kan davası 500-1.000 yıl sürdü. Eğer, Japonya ile Çin Denizi’ndeki doğal gaz ve petrol paylaşımı için anlaşabilirlerse, bu dünya tarihinde bir istisna olacak. Çinliler kendi filmlerinin birer strateji denemesi ve şerhi olduğunu anlamıyorlar. Çinliler sanatın, burada sanatın bilimin önünde olabileceğini anlamıyorlar. Çinliler sanatın, burada sinemanın siyasetin önünde olabileceğini anlamıyorlar. Çinliler’in tarih bilinci yok. Olan ulus da olmadı. Olan akil adam takımı da olmadı. Çinliler tarihe 500-1.000 yıl çöküş verecek bir faktör olma durumuna geldiklerini anlamıyorlar. Çin’in tüm bu anlayamazlıklarının çoğu, ondan öncekiler tarafından da yinelenmişti. Yinelenmeyen tek şey, Çin’in ABD’nin 4-5 katı olmasının, Çin’in getireceği yıkımı, 4-5 kat değil, 4.-5. üste arttıracak olması. Bu kavramsal çerçeve, eğer 500 yıl önce AB, 65 yıl önce ABD tarafından kullanılabilseydi, şu anda var olan insanlık sorunlarının hemen hiçbiri olmazdı ama aynı zamanda 2. Sanayileşme’nin 9 öncü altkültürü de olmazdı. (11 Temmuz 2011) Tarihin Poposunu Çin’den Kurtarmak AB etekleri tutuşunca, (aslında ABD denli, tehlikesine henüz bilinçlice varmadığı) Çin’in yardımına sığındı ama Çin tam Çin’liğini yaparak, önce kendilerini kurtaracaklarını beyan etti. http://ekonomi.haberturk.com/finans-borsa/haber/672970-hic-heveslenmeyin İroniye bakar mısınız? Herkes Çin’i 1 numara sanıyor, onlar üzerlerine yıkılacak olan Nasreddin Hoca güğümlerini görmüşler, ne yapacaklarını kara kara düşünüyorlar. (Yahu şu Barnett, kendisine teklif edildiği üzere, gidip bir de Çin’e akıl verip, ABD gibi bir de orayı batırsaydı, ne eğlenceli olurdu.) Daha çok ironiye bakar mısınız? Çin, dünyanın kendisine zarar verebileceğine geç ayıp, kendisinin dünyaya verebileceği zararlara hala ayamıyor. (Hoş, aysa yine ortalığı yıkardı: Çin’in dünyadan maddi ve manevi alacağı (Cengiz Han ve afyon savaşı kıyımları), 2 atom bombası yemiş Japonya’dan daha fazla ama Çinliler için intikam dondurulmuş gıdadır.) Bu arada Çin’de de bir kalemde 400 milyar dolar edebilen batıklar var: http://www.dragonomi.com/yunanistan-kurtulur-mu-derken-cin-kendini-kurtardi/ Ondan ötesi henüz belli değil. Global sorunumuz şu: AB + ABD, Çin etmiyor. Aslında, fiilen dünyanın tamamı etmiyor. Çin’in nüfusu dünyanınkinin beşte biri ama Çin’in her alandaki varlığı, dünyanın geri kalanının ortalamasından 5 kattan daha büyük durumda. (Bunun açılımı için de ayrı bir metin gerekir ama zaten Çin hakkında 10 cilt kitap okuyan biri bunu hemen öğrenir.) En kaba hesapla parmak hesabı yapsak, Çin’in tamamı gerçek Çin’leşirse, dünya çölden beter bir yere döner. Herşey faşist Nixon’un eski SSCB’ye karşı Çin’e gaz vermesiyle başladı. Öyle bir gazdı ki bu, Çin uzaya bile gitti. 2011 momentleriyle Çin, kabaca nötr bir ‘gelişim geleceği’ momentinde. Yani, başımızda 1,4 milyarlık kımıldamayan / kımıldamayacak bir kütle var. Geri kalan 5,6 milyar ne yapsa, o kütleyi kolay kolay devindiremez. O kütle zamanla, AB ve ABD gibi, önce biraz kendi üstüne, sonra da tüm (askeri, iktisadi, kültürel, vd) ekolojinin üstüne çökecek, İkiz Kuleler gibi... Diğer bir deyişle: Çin’in öz hiçbirşeyi yok, 2011 momentiyle, hepsi arak ve taklit. (Ha, AB’nin geçmişte kendisinden arakladıklarını daha da geliştirip, Çin’e karşı kullanması gibi bir şey yapabilir, mümkündür, ayrı konu ama onun da ipuçları yok.) Peki, araklayacak ve/ya taklit edecek br şey kalmayınca, Çin ne yapacak? Diğer devlerin yaptığını yapacak: Duracak. Ne zaman mı? En geç 2019-2029 krizi ertesi. Çin’in gıda sorunu çok büyük, su sorunu (büyük baraj sistemi nedeniyle) orta düzeyde. Çin aç kalınca ne yapar? Dünyayı yer. Bu momentte duruyoruz ve kendi popolarıyla meşguliyetten dolayı bu durumu göremeyen AB ve ABD akillerinin eteklerinin tutuşmasına dek bekliyoruz. Kıssadan hisse: Yangının gidişatı, yangındakilerin neler yapacağına epeyi bağlıdır. Tabii, önce yangındakilerin yangında olduklarına aymaları gerek. (26 Eylül 2011) ‘GÖREVİMİZ TEHLİKE : 2’ NEZDİNDE JOHN WOO RETROSPEKTİFİ Önsöz İroni: Metnin yazımına, Temmuz 1999’da başladım. Ağustos 1999’da film çekiminin 2000’e dek durdurulduğunu öğrendim. Metnin bitirilmesini bir yıl erteleyemezdim. Onun yerine, absürdce boşta kalabilecek açılımları olduğu gibi bıraktım. Woo sinemasına böylesi gayet uygun düşer. Ardından, ‘MI : 2’ hakkında yazdım. (Yazım tarihleri ayrı ayrı belirtildi.) • JOHN WOO BİYOGRAFİSİ ve FİLMOGRAFİSİ Biyografi 1948’de Kanton’da doğdu. Ailesi 1952’de Hong Kong’a göç etti. Hristiyan. Sinemaya çocukluğundan beri ilgi duydu. Filmografi Hong Kong Dönemi (Seçme) 1973 Genç Ejderler 1975 Ejder 1976 Ölümün Eli 1976 Prenses Chang Ping 1977 Para Delisi 1977 Yıldızı İzle 1978 Şövalye İçin Son Hurra 1978 Eve Geç Gelenler, Merhaba 1979 Zenginlerden 1981 Gülme Zamanları 1982 Şeytanla Cehenneme 1984 Bir Dosta Gereksindiğin Zaman 1985 Koş Kaplan Koş 1986 Kahramanlar Ağlamaz 1986 Daha İyi Bir Yarın 1987 Daha İyi Bir Yarın 2 1989 Katil 1990 Yalnızca Kahramanlar 1990 Kafada Kurşun Holywood Dönemi 1995 Kırık Ok 1997 Face Off 1998 Blackjack 2000 Görevimiz Tehlike : 2 • Bir Film Örneğinin Öyküsü, Yorumu ve Şerhi : KATİL (Not: Bu filmin seçilmesinin nedeni, yönetmenin Hong Kong döneminden seyredebildiğim biricik film olması.) 1989, Renkli, 100 dakika. Senaryo: John Woo. Prodüktör: Tsui Hark. Görüntü yönetmeni: Wong Wing Hang. Oyuncular: Chow Yun Fat, Danny Lee, Sally Yeh. Öykü Bir çarpışma sırasında, kiralık katil Jeffrey, gece kulübü şarkıcısı Jenny’yi kazara vurur ve onu kör eder. Bir kornea nakli, onun yeniden görmesini sağlayabilecektir. Jeffrey, bunun için para kazanmaya karar verir. Uyuşturucu çetesi şefi Wong'u öldürme işini alır. İşini bitirdikten sonra emekli olma kararı, poliş müfettişi Lee tarafından bozulur. İşi bırakacağını öğrenen eski patronları onu öldürtmeye çalışırlar. Lee ve Jeffrey, Jenny yüzünden giderek birbirlerine yaklaşırlar. Sonunda işbirliği yaparlar ve birlikte ölürler. Ara Yorum I. Çocukluğumuzun tek kollu kahramanı Wang Yu filmleri, başlı başına bir üsluptu. Sayınsız eleştirmenciklerimizin 1970’li yıllarda bakarkör oldukları (yani lümpen bulup aşağıladıkları), iki üçüncü dünya sineması (Hindistan (: Bolywood) ve Hong Kong), onların burunlarının dibinde döktürüyordu. 30 yıl sonra (tuhaf bir biçimde Yankiler’in irkilip uzak durdukları) Bolywood, banal da olsa, hala bir Holwood antitezi (seyirci ve film sayısı olarak) durumunda… Hong Kong ise, Çin tarafından anavatanlaştırıldı (sıra Tayvan’da ama o büyük ve sert bir lokma olacak). Karate filmleri, o nedenle tarihçeye cuk oturuyor. Holywwod, üç Hong Kong sinema büyüğünü de (Hark, Fuqua (ilk ikisi aslen Vietnamlı), Woo) devraldı. II. Film, Holywood koşutunda izlenirse, çok başarılıdır. Ayrıca, Hong Kong tarzına yeni bir soluk getirmiştir. Yankiler kovboysa, sarıtenliler de çıplak ölümdürler. Holywood’da aksiyon gürültülüdür, Hong Kong’da sessizdir. Yankiler iriyarıdır, Çinliler ufak tefektir. Hong Konglular, ölüme bile mizah sokmuşlardır. Jackie Chan dövüşürken güldürür. Başarısız olan, aktörlerin batılılığıdır. Asya-Doğu tarzı oyunculuk, daha sakin ve daha durgun olsa gerek (‘noble’ İngilizler gibi). Ardından öykü, daha açılımlı olabilirdi. Bugün, Japonya üretimi ‘Akira’, Yanki malı ‘comics’ oldu, yani uyruklaştırıldı. Hong Kong, bundan kaçınabilirdi. III. Soğuk Savaş yıllarında, tüm öykülerde iyi - kötü ayrımı, kontrastlıydı. Çizgiromanlarda da, filmlerde de, muhakkak iyiler kazanmak zorundaydı. Bu durum, seyirciye kolayca özdeşleşme ve arınma olanağı tanıyordu. Glob; birinci, ikinci ve üçüncü dilimlere ayrılmıştı ve Yankiler en bi’ birinciydiler. Şerh: Sanat ürünleriyle tarihçe arasında kurulacak birebir neden-sonuç ilintileri, genelde yanıltıcıdır. Ancak bu durumda çok yakın bir benzerlik gözlendi. Post-modernizmin muğlaklığı egemen olurken, öykülerdeki kontrast da grileşti. Bunun iki anlamı vardı: Mutlaklığın ortadan kalkışı ve yanısıra eskinin egemensizliği. Ardından gelen on yılda ise, bunun da bir kandırmaca olduğu ortaya çıktı: Yalanı kakalamanın yeni üçkağıtları. (Burada, Feyerabend’ın anarşist ‘ne olsa gider’inin ikilemsel bir konumu var.) Devam: Uzakdoğu Asya, bu çerçevede ilginç bir konumdaydı. ABD, Japonya’yı bu dönemde hep kaale aldı ama Çin’i oldukça geç kaale aldı (hala ıskaladıkları, tüm nükleer sırlarını Çin’e kaptırmalarından anlaşılıyor). Woo’nun anavatanı Hong Kong’un anavatanı Çin, yeryüzünün halihazırdaki en eski kültürü / uygarlığı. Son 5 yılda öyle bir gidiş gitti ki tüm kestirimleri yıktı geçti. 50. kuruluş yılında uzaya insan yollamak niyetinde. Varolan tüm nükleer bombalara sahip (onların eski modellerini bir güzel Pakistan-Hindistan gerilimi için kullanıyor). Tarihin en büyük çevre düzenlemesine (binlerce kilometrelik bir baraj dizisi) girişti (deneme olsun diye bizim Bodrum Barajı’nı yapıyorlar). Liste çok uzayabilir. Çin nezdinde, Uzakdoğu Asya kültürünün tarihe bir patent hediyesi vardır: Bedenin bir ibadet-savaş-sevişme-düşünme birleşimi (sentezi mi demeli acaba?) yolu olarak kullanımı. Lao Tzu’nun metafiziği ile birleştirilince, ortaya sonsuz potansiyelli bir araç ortaya çıkar. Konuyu yalnızca Woo’ya daraltırsak, bedenin bir silah-düşünce olarak kullanımı elimizde kalır. İyice daraltırsak, öldürmek bir ahlak sorunudur: Hedef, ‘iyi öldürmek’tir. Katiller de, polisler de (bizimkiler değil elbette) mükemmel ölüm araçlarıdır. Felsefeye uygun olarak antitezler, birbirine yakındır (‘özdeştir’ diyeceğim dilsel sorun çıkacak). (Lao Tzu: Erdem erdemsizliktir, der.) Ekstra : Tsui Hark ve John Woo T.H., Woo’nun hem eşleniği, hem de karşısavıdır. Hark, 1998’de Van Damme’lı ‘Knock Off’u yaptı. Bu; hem ‘Face/Off’a nazire, hem karate filmlerine gönderme, hem de kendini değilleme olarak, ilginç bir kavşak-çoğul göndermeler dizisi içermek, demek oldu. Hark, bilmeden, Woo’dan daha çok sinema entellektüelliği eyliyor. Ara nağme: Wollen, ‘sinemada mecaz yoktur’, der ve yanılır. Cronenberg, ‘sinema bir dildir ve her dilin bir grameri vardır’, der ve yanılır (gramersiz diller vardır (motor dil gibi) ve zaten sözdilleri başta gramersizdi). İnanılmaz ama Hark sinema diline mecaz ve noktalama imleri, (sıfırdan yenilerini yaratarak) sokabilmiş (en iyi örnek, ‘Knock Off’ta çuvaldaki yakın çekimde, kadraj içi bir kadraj açıp kapamak). Woo’nun çok ayrınıtılı aksiyon planları, onda artık nakış-gergef gibi… Matrix’in bbiçimde yaptığını, ikisi de yapıyor: Sonsuz incelikli anlatım. Bir ara nağme daha: Artık, SİYAD mensupları beni kusturacak. ‘Knock Off’u seyretmemin birinci nedeni, onların film hakkında abuksamalarıydı. Kendi kendime, ‘yahu, demek ki bu filmde birşeyler var’, dedim ve tabii ki yanılmadım. Eşleniklikleri açımladım ama enteklik dışında karşıtlıklar belirtilmedi. Hark’ın Woo’ya uyguladığı en önemli antitezi konformist olmayışı… Praksis: Upuygun bir yerzamanda, upuygunsuz bir alanda (tür filmlerinde), elde var olmayan araçlar (novum = kültürel artıdeğer) yaratarak yolu yürümek ve yürütmek. Dipnot Yu, yıl 2000’de cinayetten hapiste; Bruce Lee ve oğlu Brandon Lee ölü. Chan, Yan ve Li, jön piremiyer olarak ABD’de. Chan, Haziran 2000’de İstanbul’da film çevirdi. Hangisi, ilk önce Oskar alacak acaba? Hark mı, Woo mu, Fuqua mı? Chan mı, Yan mı, Li mi? Yoksa, hiçbiri mi? (Haziran 2000) • GÖREVİMİZ TEHLİKE Seyretmeden Önce 0. Televizyon Dizisi ve Film Görevimiz Tehlike de, çocukluğumuzun (ama bu kez televizyon) kültlerinden biriydi. Kahraman Yanki casuslar, habire dünyayı kötülüklerden kurtarırlardı. Bu arada çevreye verdikleri zarar ziyan gırla giderdi ama ne gam. Bu tür dizileri, CİA’nin finanse ettiğini ileri sürerlerdi. I. Oyuncu ve Prodüktör Tatlı çocuk Tom Cruise (soyadı bile silah gibi mübareğin), reytingi dibe inişe geçince, daha önceleri denenmiş ve iyi sonuç vermiş bir yol olan yapımcılığa soyunmuş ve gözü kapalı onikiden vurarak ‘Görevimiz Tehlike’nin yapım haklarını satın almış. Yönetmen olarak Brian de Palma’yı ikna edince de, best-seller bir filmin belkemiği hazır olmuş oldu. Deneme iyi sonuç verdi ve ilk film, yalnızca ABD ve Kanada’daki sinemalarda, 180 milyon doların üzerinde ciro yaptı. Eh, ikincisi ne güne duruyordu? Fakat Palma ve Oliver Stone reddedince, teklifi John Woo’ya yapmak kimin aklına geldiyse bravo… II : Kıssadan Hisseler Bu filmden seyretmeden ne öğrendik? Karate fimleri yönetmenlerinin de kaale alındığını. (Artı: Cronenberg ile de seks filmleri yönetmenlerinin de kaale alındığını.) Dolayısıyla etik tabudansa, biraz banalite kırıp dökmenin zararsız, hatta yararlı olabileceğini; bununla birlikte, kantarın topuzunu kaçırmamak gerektiğini. Cronenberg’i 1969’da değil de, 1999’da; Woo’yu Doğu’da değil de, Batı’da keşfetmenin süzmelik olduğunu. En önemlisi: Süblimatif-seçkin olan er geç tükenir ve bayağılıklarla önceden yüzleşmişsen, tarih inerken bile, beyin-zihin çıkar. Seyrettikten Sonra 0. Bu, bir aşk filmi değildir. I. Genel Künye: 118 dakika, renkli. Oyuncular: Tom Cruise, Ving Phames, Thandie Newton. Sinopsis: İyi rolündeki kötü erkek casus, aşkını ölümden kurtarır. Woo için şerhler: Aksiyon zayıftı. Woo yorulmuş. Cruise için Woo iyi bir seçimmiş ama tersi geçerli değil. Cruise, ‘yaramazcılık oynayan apartman çocuğu’ gibi… ‘Prima donna’ çirkindi. Bir aşk filminin yönetmeni için uygunsuz bir seçim. Sanki bazı bölümleri Woo çekmemiş gibi. II. Metaforlar: 1.Zehir-panzehir: Filmde, birden çok kişinin kanına zehir (: virüs) ve panzehir (: ilaç) şırıngalanıyor. Metaforik anlamda bu, ‘kültür empozesi / emperyalizmi’ demek. Hong Kong İngiliz sömürgesi iken, batı doğuya yayılıyordu ve baskın kalıyordu. Woo Holywood yönetmeni iken, doğu batıya yayılıyor ama uyruklaştırılıyor. Şerh: Ancak; dövüş filmleri, kesinlikle doğuya özgü kültürel bir sonuç. Zehir-panzehir göreliliği de sözkonusu. Filmde, zehirden önce panzehir şırıngası da var. Bunun bünyede zehir etkisi yaratması olası; yani, batı kültürel dozu almadan önce, doğu kültürel dozunu abartırsanız, Türk-İslam pıhtılaşmasından ölebilirsiniz. Woo’nun Holywood’a zehir mi, panzehir mi etkisi olacağı ise, 5 yıla kalmadan belli olur. 2. Ölüm-intihar: Zehiri kendinize gönüllü şırıngalarsanız, bu bir intihar olur. Batılılaşmayı ölümcül sayan bir doğluysanız, bunu yeğleyebilirsiniz. Panzehiri şırıngalamayı geciktirirseniz, bu bir doğal ölüm sayılabilir. Woo’nun holivudlulaşmasının bir intihar mı, doğal bir ölüm mü olduğunu zaman gösterecek. 3. Kimlik maskı: Bir: ‘Face/Off’ (: yüzsüz) değil, Knock Off (: ucuz  defolu). Yani, iyi-doğu ile kötü-batı yer değiştirmiyor, doğu batıyı ve batı doğuyu taklit ediyor. İki: Mask değiştirmek, ancak verili varlığınızla özdeşleşmişseniz kimlik değiştirmektir. Tözsel varlık, aslında görünmez; yani yüzü, yani maskı yoktur. Üç: Woo, ikinci masktan sonrasının şizofrenlere (veya genelde köksüzlere) özgü olduğunu hesaba katmıyor. Woo’nun geriye dönecek bir Hong Kong’u artık yok. Artı Woo, ‘Romeo Ölmeli’yi çeviremezdi (dördüncü ve sonraki mask değiştirmeler anlamında). (Haziran 2000) • Çıkış Konumlaşmalar (: positioning) içiçe: Holywood-Woo, Woo-Hong Kong, Hong Kong-Çin, Çin-ABD, ABD-Holywood. Amaç, sanat değil. Amaç, para. Amaç, lümpen bir iktidar seçkini olmak için ün. Sinemanın amacı var mıdır? Olmak zorunda mı? Mümkün mü? Woo, bayağı bir film türünü (: janrını), sanat filmi yapabilme becerisini gösterip, bunu para ve üne değişti. Bunu yapmayacak biri var mı? Hiç mi yok? Ve/ya: Woo; erdemini erdemsizleştirdin. Bir kez daha başkalaş. Asla, eve dönüşün yok. (Temmuz – Ağustos 1999) • Epilog Eleştiride, niçin-nasıl kullandığının hesabını vermişsen, her format deneyimi / deneyselliği uygundur. Seyretmediğim filmlere eleştiri yazabilirim, filmi seyrettikten sonra metin alaşımı yapabilirim, vb , vd… Bu kez de, Türk aksağı bir metin oldu. Ters takla gereken durumlarda evladır. Arayan bulur. Yol yürümek içindir. (Haziran 2000) NİRVANA SİYAHTIR Künye Gizen Ejder Pusan Kaplan. Yönetmen: Ang Lee, 2000, 120 dakika. Roman: Du Lu Wang. Senaryo: Wang Hui-Ling, James Schamus ve Kuo Jung Tsai. Görüntü yönetmeni: Peter Pau. Kurgu: Tim Squyres. Müzik: Tan Dun. Oyuncular: Chow Yun-Fat, Ziyi Zang, Michelle Yeoh, Chen Chang. Giriş Erkek-usta-savaşçı, meditasyon için dağa çekilir. Orada Nirvana ona ulaşır (Nirvana’ya ulaşılmaz), ancak beyaz-huzur değil, siyah-korku olarak… Usta-savaşçı korkar ve kaçar. Savaşmayı bırakır (ama savaş onu bırakmaz). Bu öyküyü, onu kurtarırken ölen eski ustasının eski nişanlısı olan ve sonradan birbirlerine aşık oldukları ama geçmişe saygı nedeniyle, duygularını birbirlerine açıklayamadıkları kadın-usta-savaşçıya anlatır. Seyir Notları Giriş ‘70’li yılların Afrika planları gibi, siyahı bol, rengi doygun. Taş yerinde ağırdır. Boşluğun ışıması. Umutsuzluk. Yan, tabancalıdan çok, kılıçlı savaşçı tipine daha uygunmuş. Aksan kullanımı yanlış. Lee ve Li. Müzik kullanımına bravo. Kadın savaşçı vurgusu. Basmakalıplar: Pazar yeri. Sinemaskop ve teknikolor özlemi. Mimikler çok batılı. Kader güzel olabilir mi? Pekin: Merkez. Bu önemli. Güçlü ama esnek. O zamanlar cam ayna var mıydı? Yazmak ve savaşmak, birbirine benzer eylemlerdir. Çöl planı çok oryantalist, ‘Çölde Çay’ gibi. Hırsız hırsızdan hoşlanmaz. İki kadının mücadelesi, herkesin kendi yöntemi var. Fat, Mao rölüne çok uygun gelebilir. Kargalar planı çok hoş. Kafka akla geliyor. Üçlü döğüş koregrafisi muazzamdı. Usta kadınla savaş zordur. Altılı plan: Virtüözite. 3 kadın + 3 erkek. 2 kadın bir yanda, diğerleri öte yanda. Asla sonul mükemmel film yoktur. Savaş, düşüncenin bir halidir; düşünce de, savaşın bir halidir… Bazı şeyler öğrenilmez, öğretilmez de… Öl veya öldür: Boynuz kulağı geçer. Gidebileceğin yere kadar yürürsün. Ustanın çırağına (bu durumda çırağın ustasına) öğretmediği püf noktası. Savaş, bedenin yalnızca bir halidir; temel diğerleri, ibadet, cinsellik ve danstır. Düşman, hoş anlamıyla da tahrik eder. Asıl, Hark-Hung ikilisini görmek gerek. Küresel kamera devinimi. Müzik, Taras Bulba’msılaştı. Kılıç ustası, iyi at süremeyebilir. Bazı insanlar, tepişerek sevişirler. Kadın-erkek iktidarı savaşımı. Çinliler ve Türkler: Havalı kız. Savaştan aşka sıra gelmeyebilir. Aslolan vazgeçmektir. Bir basmakalıp daha: Meyhane mekanı. Üçüncü döğüş planı, biraz hamdı. Mekan görüntüsü virtüözitesi: Sisli dağlar, Çin budur. Sevgi ve nefret, dostluk ve düşmanlık birarada yaşanır. Darbuka kullanımı önemli. Su üstünde yürümek, Hristiyanlık’a mı gönderme? Su arınmanın simgesi… Kan tersine akar. Ve ölürsün, en büyük usta olsan bile... Açılımlar Nirvana Siyahtır Nasıl ki ma eksi sonsuz yokluksa, (cins isim olarak) nirvana da siyahtır. Neden mi? ‘Yaratıcılık Cesareti’nde Rollo May, yoga yaptığını, içine huzur geldiğini ama hiçbirşey yapamadığını belirtir. Adı ‘yıkıcı’ya çıkmış biri olmama karşın, gerçek eylemin ancak ölümden gelebileceğini bilecek ve buna uyabilecek denli yapıcı biriyim. Nirvanada ne bulunur? Gerçek varlık ki o da ölümdür. Sorun, ölümlülükte savaşabilmek. Ben nabzımı işkence koşulları altında dakikada 45’e düşürdüğümde sağ kaldım ve nirvanadaydım da… Nirvananın siyahlığının korkutuculuğu, yalnızca yanlış bilgilendirmeden ibaret. Savaşçıya nasıl ki ölüm baştan öğretilir, bilgi insanına da baştan nirvananın siyah olduğu öğretilir. Savaş Koregrafisi Durumu bu denli açıkseçik açımlayan bir deyim olamaz. Bir filmde ilk kez bu deyim jenerikte yer alıyor. Savaş koreografının kendisi de yönetmen. Bundan sonra ne var? Dedim ya: Bu bir biçim sorunu değil, içerik sorunu. Soru şu: Hangi savaşın koreografisi? Oskar Ödülü Haziran 2000’de ‘Woo’ metninde Oskar ödülünü ilk hangisinin (Woo, Hark veya Fuqua’nın, Lee listede yoktu; Yan de Oskar kazanan filmde başrol oynamış oldu) alacağını sormuştum. Bu kadar çabuk olacağını ummuyordum. Holywood dünyayı soğuruyor. Da havanın, suyun bitebileceği gibi, yaratıcıların da bitebileceğini hiç mi hiç hesaba katmıyorlar. Bu gidişle Holywood, yeni bir sinema seyircisi eksikliği krizi yaratacağa benzer. Hangi Ejder Hangi Kaplan ? Gerçekten bu sorunun yanıtını veremedim. Ejder saklı ise, kim saklıydı, Tilki mi? En büyük kötü o olduğuna göre, öyle olması gerek ama çırağı onu kandırabiliyor. O zaman bu nasıl kurnazlık? Yan, nasıl kaplan olabilir? Bir kaplan nasıl korkar da kaçar? Asıl önemlisi, bir kaplan nasıl yenilebilir? Çin mitolojisinde, ejderle kaplanın ilişkisini bilemiyorum ama bunların birbiriyle savaşacakları kesin. Bu durumda Tilki Çin, kaplan ABD oluyor ki Çinliler’in düşmanını bu denli şereflendirmesi şaşırtıcı olur. Yönetmen Lee Lee, bir türde veya sanat filminde karar kılmış değil. Bunu Holywood’da bile becerebilen olmadı. ‘Düğün Yemeği’, ‘Buz Fırtınası’ ve bu film onun savrulup gittiğini gösteriyor gibi… Ancak, Yan’e klasik döğüş filmi oynatma düşüncesini ilk kez onun uygulaması büyük avantaj. Şerh: Lee’nin Hristiyan olup olmadığını bilmiyorum. Oyuncular Oyuncular, özellikle ilk üçü çok fazla batılı mimiklerine sahiptiler. Bu da bir oryantalizm (kısacası Doğu’ya Batılı gözüyle bakma) yaratmış. Yan’in o minimalist oyunculuğu da giderek silinmekte. Başroldeki kadınlardan daha yaşlı olanı, tam bir emekli balerin maskına sahip. Neden böyle? Kuşkusuz, Doğu’da değil de Batı’da yaşamalarından dolayı… Senaryo Konu çok görkemli bir giriş yapıyor. Romana ne denli sadık kalındığını bilemiyoruz. Ancak öykü, ilerledikçe sünüyor. Genç-kadın-savaşçı ile yaşlı-erkek-savaşçının ilişkisi(sizliği) çok daha derinlikle işlenebilecek bir hammadde imiş. Keza, konu dışı bırakılan, kılıç emanetçisi yaşlının iktidar dengesi arayışları da ilginç olabilirdi. Tersine Akan Kan Tuhaftı. Bir eleştirmen, doğrularının tamamının uygulanması durumunda tırsar. Gerçeklikte hata fonksiyonu içersenir. Hata fonksiyonu yoksa, kestirimin tamamı hatalılaşabilir. ‘Tersine akan ve öldüren kan’ mecazı ne demektir? Ne demek olabilir? Olası çıkarsama, kültürün ve nüfusun akışının ters dönmesidir. ABD’nin zencilerinin Afrika’ya, Çinliler’inin Çin’e dönmesi demektir. 1000-1500 yılları arasında Avrupa işgal ve istila kaosu yaşadı. Sonra akış tersine döndü. 1500-2000 arasında Avrupa Dünya’ya aktı. Durum ortada. Bizim takım hezimetle mağlup. 2000-2500 arasında ABD için bir tersine akışın sözkonusu olacağı kesin. Ama ne zaman ve nasıl? 2025’te ve birden olursa, off of… Bizim takım kitle yokoluşu (‘holkaust’ veya ‘jenosit’ değil). Çıkış Wang Yu’nun ‘Tek Kollu Kahraman’ının sonunda, kadın-erkek 12 yavru encikliyordu. Bu filmin sonunda erkek, kadını sevdiğini ancak ölürken ona söyleyebiliyordu. Kavuşamazsan aşk olur, kavuşursan b.k olur. Gerçek Wang Yu, şu anda cinayetten dolayı hapis yatıyor. Çinliler, akıllarını başlarına ne zaman devşirecekler merak ediyorum. Sonuçta, bir Tatar olarak onlarla sevgi-nefret ilişkisinde savaşıyorum. İnsan, karşısında nitelikli düşman umuyor. (Mart – Nisan 2001) ‘7 KILIÇ’ Eh, işte buna (the) ‘film’ diyoruz. Çinliler’i ve Hark’ı kardeşim gibi duyumsuyorum. Çok çok yazacak şey var. Kısadan hisseler için es geçeceklerim olacak. Boşta kalıp bir ona bir buna el değiştiren üçüncü kılıç (Aristo’nun üçüncü şıkkının taklaları). El değiştiren kılıçlar. Taraf değiştiren silahlar ve savaşçılar. 7 kılıcın biri çocuk, biri kadın. (Neydi pardon? Savaştan masum ve masun yoktur muydu?) Kore konucuk kakması, rahatlıkla yanlış anlamalara açıktı. Hem o tarafa, hem de bu tarafa. Öykünün özgününde yer alıyor olabilir ama yıl 2005’te başka türlü anlaşılıyor bu yorum. Tayvan’a yönelik bir ima sezdim. Birçok yeni döğüş koreografisi yaratılmış ama kendi içlerinde % 80 başarıyı pek geçemediler. Klasik klişeler (ihanet, vd) olmayabilirdi ama onlar da salça gibi bir şey, olmasına alışmışız. Film ruhuma huzur kattı. Şu sıralar ölümü yaşayan ruhuma. (6 Nisan 2006) ‘ADSIZ KAHRAMAN’ ‘ADI KAHRAMAN’A KARŞI ya da KANIM KAHRAMAN ama FAZIM PLAZMA : ÇİN ANA AKIMI Künyeler Kahraman: 2002, Yönetmen: Yimu Zang, Senaryo: Feng Li ve Bin Wang, renkli, Hong Kong - Çin, 99 dakika. ‘Kahraman’ Adlı Adam: 1999, Yönetmen: Wai Keung Lau, Senaryo: Ma Wing Shing (çizgiroman) ve Manfred Wong, Aksiyon: Deon Lam, renkli, Hong Kong, 116 dakika. KAHRAMAN Pike Girizgah : Bir Zamanlar Çin’de : 3 Başrolde Jet Li’nin oynadığı Tsui Hark’ın filminden final şarkısı: Çince’m yok ne yazık ki, İngilizce metni veriyorum: “With pride I face thousands of waves My blood is hot like the red sun My courage is as strong as iron My bones are refined as steel My bosom is boundless and generous My vision is out reaching I strive to strengthen myself be a hero to be a hero I must exercise everyday Be a hot-blooded hero hotter than sun” Türkçe-name: “Gururla binlerce dalgayı yüzlüyorum kanım kızıl güneşten de sıcak cesaretim demir denli güçlü kemiklerim çelik denli ateş verilmiş gönlüm sınırsız ve cömert görüşüm uzaklara eriyor kendimi güçlendirmeye gayretliyim kahraman olma için kahraman olmak için Her gün çalışmalıyım Yanarkanlı bir kahraman olmak için güneşten de sıcak” İyi uçuş, değil mi? Aranot: Kalınlaştırma ve altçizgi kullanımı, filme gönderme yapabilmek içindi. Kahraman’ın Etimolojisi ‘Kahraman’, eski deyişle Sanskritçe, yeni deyişle Hinduca bir sözcüktür. Eski zamanlarda ‘Kahraman’ adında bir hükümran yaşarmış. O denli kahramanlık yapmış ki kahramanlığın adı, ‘kahraman’ olmuş ve öyle de kalmış, hatta Türkçe’ye geçmiş. Kahraman, önünde sonunda bir hükümran. Ülkesine dışardan gelenlerle savaştığı yazıyor da, ülkesinde kastların bok çukurunda yaşatılıp durumlarının aşılmaz olduğu ve alaturka dolar milyarderi Rahmi Koç’un aynı kuburu Türkiye’de de görmek istediği bir durum mevcut olduğu yazmıyor. Kahraman Bu bir film. Yimu Zang yönetmiş. Aynı yukarıda sözü geçen ilk film gibi başrolde Jet Li var. Muadilleri: Zamanın Külleri: Kar Wai Wong, Gizen Kaplan Pusan Ejderha: Ang Lee. Konu: Bir hükümdar var, bir de onu öldürecek suikastçı. Anımsanan: Hasan Sabbah: Anadolu’yu fetheden Alp Arslan’ın başvezirlikten indirmek istediği ama ona meydan okuyan Nizam-ül-Mülk’ü (: Devletin Düzeni) öldürten teröristbaşı ya katlbaz. Öykü yolları çatallanan bahçe. Anımsananlar: Borges ve O. Henry. Sonunda sukisatçı, Çin’i tarihinde ilk kez birleştirecek hükümdar için canından ve suikastından vazgeçer. Peki: Ne biçim savaşçı bu? Merak etmeyin, film 11 Eylül 2001’den sonra yapıldı. Geniş açılı okumalara çok açık... Benim yorumum: Ejderha kartalı öptü ama Pearl Harbour deliğini bir kez daha tutturamadı. Bakınız: Tora Tora Tora ve Yamamato... Siz Hong Kong’un İçinden misiniz? Çocukluğumuzda, ilkin Wang Yu vardı: Tek Kollu Kahraman. (Yine kahraman.) Sonra Bruce Lee geldi. Ardından Jackie Chan geldi. En sonda da Jet Li geldi. Hepsi de Hong Kong’un içindendi. Hong Kong’luların kahramanlığa bu denli takmasının nedeni, artık mayoz küçülen başkenti Londra’sında çirkefe batan ama bir zamanların topraklarında güneş batmayan imparatorluğu olan İngiltere’nin, 19 Yüzyıl’da koca Çin’i afyon bağımlısı yaptıktan sonra, 1999’a dek el koyduğu Hong Kong nedeniyledir. Hoş, Hong Kong’luların İngiltere tipi gevşek demokrasiden sonra, Çin usülü demokrasisizliği pek sevmedikleri de belli, habire başkaldırıyorlar... Benjamin Ne Diyememiştir? Düşünebiliyor musunuz?: Avamdan ilk söz eden metinler, daha Magna Carta ilan edilmeden önce 1200’lerde İngiltere’de yazıldığı halde, Marx’çım proleteryayı 1830’larda yüceltmesine karşın, avamizadeler yazına bir türlü sokulamamışlar ve olay yine kentsoylulara kalmış. Benjamin şunu demiştir: “Proleteryanın kültürü gerçekçidir.” Benjamin şunu diyememiştir: “Proleterya tanım gereği lümpendir, o nedenle gerçekçi olamaz. Gerçeği yakalaması kitlesel kalabalıklığının büyük sayılar kuramına uyması nedeniyledir, yoksa gerçekçiliğinden değil.” Entellektüelin Sakrifikasyonu Herhalde alnında ‘kahraman’ yazdığından olsa gerek, aydın kesim tüm eğitimini sıfır eğitimlilere feda eden biri olarak düşünülmüş. Benjamin de öyle düşünmüş. Uygulamış da... Nazizm’in ilk kurbanı olarak, onlardan kaçarken, Fransa-İspanya sınırında öl(dürül?)müştür. Önce intihar gibi görünen ölümü, entellektüel sevmez, eski aşkı Asia (metafora bakar mısınız?) nedeniyle ziyaret ettiği Rusya hakkında yazdıkları nedeniyle, Benjamin’i hiç sevmeyen Stalin’in, kendisi de Stalin muzdaripi olarak intihar etmiş olan, sınırdaki yoldaşı Koestler bile olabilecek birini onun peşine takıp, bu dünyadan uzaklaştırmış olduğu biçiminde açımlanmış. Gülünç olan şu: Köylüde de feda aydın, kentlide de feda aydın... Yahu, hiç mi başka adam kalmadı, ümmiler ne işe yararlar? N’oldu? Atatürk, Çanakkale’de ‘ben size savaşmanızı değil, ölmenizi emrediyorum’ dedi ve Galatarasaray Lisesi 2 yıl mezun vermedi. Cumhuriyet kurulunca da, ortalık Osmanlı’nın asker kaçağı İstanbul paşazadelerine kaldı. Kanım Plazma Plazma iki anlamlı: 1. Kandaki beyaz sıvı. 2. Özdeğin fazlarından biri ki gazdan sonraki ısı derecelerini kapsar. Zaten şarkı ne diyor?: “Kanım Güneş’ten sıcak.” Burada ‘kahraman’ ve ‘plazma’ arasında bir karşıt anlamlılık kuruluyor ve ortada öyle bir durum yok. Entellektüel, ne Dracula’ya bedava kurban olan biridir, ne morg bekçisi soğukluğunda biridir, ne de ‘yok mu beni vuran ayol?’ türüdür. Birinci Tekil Kişi Her nereden icap ettiyse, entellektüellere kendilerinden söz etmeleri yasak sayılır. ‘Ben’ değil, ‘biz’ derler, sanki orji içindeymişçesine... Oysa, kişinin tek bir beyni vardır ve tarihteki tüm değişimleri o tek tek beyinler icra eylemiştir. Sonnot: Conan’ın metaforlarının yazılabilmesi için, Hong Kong’un anavatan Çin’e dönmesi gibi gerçeklikler gerektiği gibi, bu yazının tamamının yazılabilmesi için de, Çin’in komşu saydığı TC ile savaş benzeri bir takım olgular yaşaması gerekli. Bu metin, olabileceğin 4-5’te biridir ve daha çok baş bölümüdür. (Temmuz 2003) • Ek Öyküde önemli boşluklar var. Yineleme sırasında, hiçbir öykünün aslı bırakılmamış (veya oyun olsun diye çok oynanmış) oluyor. Öyküler kuşkusuz birden çok kez anlatılabilir ama aynı zamanda hiçbir kez tam anlatılamaz ki Çinliler’de bile böyle bir gelenek yok. Çin kralının Çince’yi dünyada tek dil olarak düşünmesi, politik metafor olarak Çin neo-global emperyalizmi ve 1450’de okyanus ötesi gemileri yasaklayarak ıskaladıklarına bu kez kalkışacaklar demektir. Çin, 11 Eylül 2001 ertesi ABD’yi olumlayarak, aslında onun yerini almaya niyetli olduğunu gösteriyor. Özellikle renkle oynama ile yakalanan anlatı başarısı, tam da becermeleri gereken ayrıntılarda ıskalanıyor, hem de onlarca kez. Örneğin, kadın çırak ile kadın eş savaşçının savaşında sonbahar kırmızısı, yanlışlıkla nar kırmızısı olmuş. Kırmızı ve mavi yoğun olarak kullanılırken, sarıdan kaçınılmış. Sarı Çin kültüründe olumsuzlanan bir simge ama filmde zaten çok sayıda olumsuz öğe var. Başarılanlar: İlk savaş planında suyu yarma ve su damlalarını uçurma sahneleri: Bravo, bis bis. 3 suikastçı, Çin referansına göre, 1990-2030 için, AB, ABD ve Japonya oluyor. 1950-1980 için AB’nin 2 dünya oluşu Mao tarafından o denli önemsenmemişti. Çin zaten Rusya’nın yerini almaya niyetli ve becereceğinden emin idi. Bu da Çin’in de bitebilmesi demek. Şerh olarak koydum. Çin Lao Tzu’nun Çin’i değil, tıpkı Butoh’nun 1945 Japonyası’nda olmadığı gibi. Taoizmi bugün ve burada üstlenemez. Kuşkuda bırakılanlar: Erkeğin kadın çırağı. Sevgi konusu (bir kadın ve bir erkek savaşçı sevgiyi nasıl dışlarlar?). Renkler, Çin’deki mavi ve kırmızı göndermeleri boşlukta kalıyor, resmi ordu hep tam gri olmalıydı. Kütüphane yıkılır ama arkada bir sıra daha kütüphane vardır. Ustalığın 10 adım gibi bir darlaşması olabilir mi? Çok tuhaf ama bu filmde anime etkisi var, bunun araştırılması gerekli. Başarılamayanlar: Tsui Hark da Zu savaşçılarından söz ettiğine göre, ana Çinli akımın bu konuda takınağı var ki bu Tayvan boşluğu olabilir. Bu filmde Zu diline kuralsız olduğu için saldırılması tuhaf, çünkü filmde bir adım sonra bir sözcüğün 20 farklı biçimde yazılabilmesi övülüyor. Simgeler çok eski ve işlevsiz; örnekse, eski dövüş filmlerindeki yerçekimi yasalarına uymama planlarını filme katmaksızın film, gelecek için çok daha anlamlı olabilirdi. Eğer gerçekçi olmak istenseydi. Birinci düş-savaş siyah-beyazken, ikincisinin renkli olması anlatı özelliği taşımıyor. Bireyin kendini tarihe feda etmesi gülünç, Kahraman’ın kendini fedası öyküdeki dönemde kesinlikle sivillerin ölü sayısını azaltmadı. İç savaşı da bitirdi denemez, çünkü Qin barışı sağladıktan sonra, daha çok insan öldürdü. Son: Yönetmen Yimu Zang, çıkış-varış yönelimi bozukluğu yaşamış. Bir de estetik-politika açısından, ürün-tarihçe kırınımlarının bilgisel dağınıklığı örneği verilmiş. Ek şerh: Bir yorum, ‘Adsız Kahraman’ın aslında öldürülmediği, kralın hizmetine geçtiğini, öldürülenin onun dublörü / benzeri olduğunu öne sürdü. Pekala olabilirdi. Metaforlar: Derece Bir: Suikast. Kendini feda. İki: Kılıç ve kaligrafi. Kılıç sözcüğünün belli ebadına kırmızı yakışması. Çıkış: 1 yıl sonraki 2. yazı-adımda da boşluklar kaldı. Belirtmek gerek: Asıl savaş kadınlar ve erkekler arasında geçmekte, film bunun ayırdında ama bunu doğru dürüst ifade edememiş. (Temmuz 2004) • ADI KAHRAMAN Filmlerin çekim yılı: 2002 ve 1999. Benim seyir yıllarım: 2003 ve 2005. İronik başaşağılıklar mevcut. Metaforlar Çin sırrı ve kızıl kılıç. Meta-metaforlar: Bir Çinli ve bir Japon Özgürlük Heykeli’nin tepesinde döğüşür ve onu dilim dilim doğrar, yani ABD’yi ve onun aksiyolojisini. Film bir çizgiromandan uyarlama. Asıl öyküden epeyi bir atlama var, konu kimi boşta kalıyor. Tez ve Antitez Tez ‘Kahraman’dan geliyor: Büyük ve güçlü ülke antitezi yok. Antitez ‘Adı Kahraman’dan geliyor: Büyük ülkeye karşı bir büyük bir küçük ülke antitez. Bu durum 11 Eylül 2001 ertesi poliyalektiğine uyuyor: Makro tekkutuplu bir dünya yerine, yeni kutupların üretildiği, yeniden ama bu kez mikro çokkutuplu bir dünya. Tarihin gidişatı nedeniyle rakipler Çin ve Japonya olabilir. Çin en eski kültür olarak, Japonya onun sarı ırk antitezi ve ABD’nin 2. Sanayileşme (robotlaşma) antitezi olarak. Filmi yazanların ve çekenlerin böyle düşünmediği bir gerçek, çünkü özgün öykülerin biri efsane biri çizgiroman, yani köken de popüler kültür. Sentezsiz Çıkış Henüz sentez yok. İyi ki de yok. İki veya daha çok farklılık (özellikle karşıtlık denmiyor) karşılaşmayabilir veya karşılaştığında etkileşmeyebilir, etkileşse de bu bir çatışma olmayabilir. Marx’tan beri bunu bütüncül olarak gören ve ortaya koyan yok. Bileşik olur, karışım olur, alaşım olur, süspansiyon olur, yağ-su çözeltisizliği olur, yağ-alkol çözeltisi olur. Olur da olur. Tez ve antitezlerde de bunların hepsi olur. Az ondan, biraz bundan olur. Film sadece bir düşünce, her şeyi çözen veya soğuran ana malzeme yerine, başka bir yol öneriyor. İyi ki de öneriyor ve üstelik bunu ironik biçimde yapıyor. (Mayıs 2005) BOLYWOOD-HONG KONG SİNEMASININ DİYALEKTİĞİ Önbilgi Hindistan ve Hong Kong sineması hiç göze batmaksızın onyıllarca Holywood kadar film yaptı ve seyirci topladı. Önceleri banal sayıldılar (ki Benjamin bu olgudan 40 yıl önce konuyu gayet açıkseçik açımlamıştı) ama biraz da çokkültürlülük takınağı nedeniyle 1990’larda artık göze çarpar oldular. Şerh: Her ikisi de marksist estetiğin gerçekçiliğinin 3. Dünya’yı asla kapsamadığının en önemli kanıtıdır. AB sinemasını da hesaba katınca bu 4’ü, 2 batı ve 2 doğu olarak, makro/makro bir sinemasal konjonktür oluşturuyor. Konunun batı ayağı taa sinemanın başından beridir tartışılıyor ama her iki tarafta da (doğuda da, batıda da) konunun doğu ayağının kuramsal önemi (bu ikisine kuramsallık pek atfedilmediğinden dolayı) görmezden geliniyordu. Yazar, biyografisinde bilfiil Kuzey-Güney ve Doğu-Batı diyalektiklerini, reel ve kompleks poliyalektiğini ve iyalektiğini yaşamış ve düşünmüş biri olarak bu konuda bazı sözler sarfedecek. Aynılıklar • Asya makro-makroluğu (uygarlık orada başladı) • Kitlesellikte Holywood ile yarışma ve hala onu geçme • Afrika’da fazladan seyirci (Afrika her daim anti-Yanki idi ama Liberya tarihteki ilk anti-Yanki siyah ülke olarak, 21. Yüzyıl’ın başında ABD’ye kucak açarak, ilk Yanki siyah anti-tez oldu, bu konu ileride Afrika’nın başını ağrıtacak) • Yönetmenlerinin 2000 sonrası Holywood’a geçme çabaları (‘Holywood-Bolywood’ filmi bir sentezleme olabilirdi ama harman bile olamadı) Karşıtlıklar • Gösterim ucuzluğu (Hindistan en ucuz ülke) • Döğüşe karşı aşk (ama Hong Kong filmlerinin hemen hepsinde aşk var ama başka biçimde) • Müziğe karşı müziksizlik (ama ikisi de danssal, bu ilginç bir kıvraklık / kültürel helis) • Sinemasal teknik (Hong Kong çok üstün) Diyalektik : Çatışmalar ve/ya Sentez • Kesinlikle, birbirlerinin sinemasal süresel (belki 1.000 filmliğine ki bu sürede sessiz-siyahbeyazdan sesli-renkliye geçilirdi) dayanmalarını ayırsamaksızın uzattılar. Burada Hindistan daha makro iken, mikro Hong Kong’un alaşımlayıcı azınlığı oldu. Bu da kültürel terslikler üzerine önemli bir kayıt-olgu. • Sevgi-nefret sentezi (informatik-kognitif olmayabilen) = bilgi. Sinemanın salt duygusallığı için geçerli ama duygudan düşünceye evrimi için geçersiz / işlevsiz bir durum. • Değişim ve sabit kalma (belki Hindistan’ın Zoa’sı Hong Kong’a bir alternatif yaratabilirdi ama tarihsel koşullar izin vermedi) • Asya sineması (henüz ortada yok ama süreçler potansiyeli imliyor ve kanıtlıyor, örneğin Güney Kore kısa bir depar attı). Tersine Diyalektik • Birbirlerinden 15-20 yıl daha uzakta kalmaları gerekli, sonrasında ayırtsızlık gelecek. Diğer bir deyişle yavaş yavaş filmler birbirine benzemeye başladı. Örnekse: ‘Zamanın Külleri’ndeki (Kar Wai Wong) ve ‘Kahraman’daki (Yimu Zang, 2002) yeniden yeniden öyküleme zaten taa ‘Raşomon’da (Kurosawa, 1950) vardı. • Hindistan-Çin (gerçek) savaşı ilginç bir durum yaratırdı ve sinemasal sonuçları olurdu ki 60 yıldır barış anlaşması imzalamadılar ve sınır ihtilafları var. Bu negatif-tersine diyalektiğin düz diyalektik gibi görünmesi olarak tanımlanmalı. • Hristiyan Hong Konglu yönetmenlerin budist, hindu veya müslüman olması seçenekleri ama dönüşüm sürecinin güncelenmesi de gerekirdi. • Pakistanlı-Hindistanlı-Hong Konglu bir üç kişilik yönetmen ekip tarafından çekilmiş bir film. Artvektörler Sinema gibi, tümüyle Batı’ya tekellenebilen bir sanat dalında, kesinlikle Asyatik tarihsel bilinç olamadan (veya buna karşı ayırtsız iken), yalnızca 10 yıl gibi kısa bir zaman diliminde, birçok başyapıt üretebilen bu diyalektik, pekala bir anda sönebilir veya sinema tarihini kasıp kavuran bir fetih yangınına dönüşebilir. Her zaman olduğunca yönetmenler, ne yapacağını asla 10 yıl önceden bilemiyor (burada 1 filmi 10 yıl sonra çekmeyi planlamak kastedilmiyor, yaşamının varoluş aksisini onyıllar ölçeğinde bükmek kastediliyor). Bu durumda belirsizliğe açık kapı bırakıyor ve henüz doğmamışlara sinemasal bir gelecek boşluğunu gönül rahatlığıyla teslim ediyoruz. (Aralık 2005) ÇİN SİNEMASI BİRİNCİ DALGA AKIMDA NEDEN YİTİRDİ? Çin sineması (‘Sarı Sinema’ diyelim) 1990’larda hem Holywood’a, hem de AB sanat filmi festivallerine doğru büyük bir atağa geçti. Birçok ödül kazandı. Ancak 2005’te bu rüzgar durmuş durumda. Hong Kong oyuncuları ve yönetmenleri hafiften hafiften yuvaya doğru dönmekte. Neden böyle? Çin, AB ve ABD kültürlerinin ayrı ayrı asimilasyon gücünü küçümsedi. Kendi halkı şu sıralar bu asimilasyon akımına kapılmış durumda. Araba ve sigorta çılgınlığı Çinliler’i peşinden sürüklüyor. Dolayısıyla: 2 sonuç var: Asimile olanlar, ricat edenler. John Woo asimile oldu, Tsui Hark ricat etti ediyor. Ang Lee ne yapacağını bilemiyor. Artı: Oyuncular açısından bakarsak: Wang Yu, Bruce Lee, Jackie Chan, Jet Li çizgisine baktığımızda, bunların Batı kültürüyle hesaplaşmasında hatalar olduğunu görürüz. Lee belgeselde inanılmaz megolaman bir narsisizmle oryantalist asimilasyona uğramış doğululuğunu över. Chan hiçbir zaman karşı çıkmayı denemeksizin en çok uyum sağlayandır. Li ise Çin kültürünü dünyaya taşıyacağım derken, kendi yankileşir ama bünyesi teper. Yönetmenler açısından bakarsak: Woo bir Hristiyan. Zayıf yönü bu. Zaten batılı eğitim almış. Dövüş filmi türü dışına çıktı. Bundan sonra tür yönetmeni olur. Hark daha genç ve daha temkinli. İki tarafı da kolluyor. Üstelik: Ödül cezadan daha asimile edicidir. Holywood yalnızca Uzakdoğu Asyalılar’ı değil, tüm AB sanat filmi yönetmenlerini satın aldı ve asimile etti. Yönetmenler genelde tarihsel ve siyasal bilinçten yoksun oluyor. Artı bu konuyu kendilerine anımsatacak birileri de çevrelerinde yok. Kontrol parametresi olarak: Hiçbir Japon’un Holywood’a henüz gitmediğini belirtmek gerek. Aslında bunu onlara sormak gerekli. Animeciler gitmeye başladı. Ancak çizgiromancı olarak, zaten daha 1990’ların başında gitmişlerdi. Anime-manga eşlenik bir alan. Asimilasyon çizgiroman tarafından başlamış oldu. Animenin asimilasyonu ise, AB sanat filmi festivallerindeki ödüller aracılığıyla gerçekleşmeye başladı. Çıkış saptaması: Bu yitirme süreci Çin’in ileride askeri, siyasi, iktisadi, kültürel açıdan nasıl durdurulabileceği için örnek olacak. Ancak Çin en az iki kez daha yeni akını becerecek. 1995-2005 nedeniyle, 10’ar yıl daha kabul edilse, demek ki 2025’te Çin sarsılacak ve tıpkı Japon buto eleştirmenlerinin artık kendilerinin Hiroşima ve Nagazaki’nin acısını taşıma onuruna sahip olmadıklarını belirtmeleri gibi, Çinliler de Lao Tzu’ya çoktan beridir ihanet etmiş olduklarını ayırsayıp ve anımsayıp, onun onurunu üzerlerine almayacaklar. (Kasım 2005) ARİSTO-LAO TZU DÖNÜŞÜMÜ Işık: Loş beyaz ve gri. Başlangıç versiyonu için renk limit sıfır bir mavi seçilebilir. Müzik: 1: ‘300’deki müzikle, ‘Parlayan Hançerler’deki müziğin sentezi. 2: ‘Ghost in the Shell 2’deki ana tema müziğin, yıkık kentin sokaklarında dolanırkenki yavaş çekim kullanımı olabilir ama o zaman dış öğeler işin içine girer. 3: ‘Zikir’deki ney müziğinde semaya yakın yavaş dönme olabilir. Bunun adı Yin Yang: Aşağıdakinin adı ise ‘Aristo Geometrisi’. (Euclid, Aristo’nun mantığından bir geometri inşa etmiş ama Aristo’nun ‘hiç, bütün, bazı’ ayrımı ancak böyle geometrileştirilebilir.) Birinci de ikinciye dönüşebilir, ikinci de birinciye dönüşebilir. Toplam süre 1 dakikayı geçmez. Çizgifilm olacak. Birincinin ikinciye dönüşmesinin bir yolu: Birincinin eğrili bölenleri düzleşerek ortaya yaklaşır. Bu sırada birincideki iki nokta siyah-beyaz merkeze doğru içiçe geçerek gri olur. (Bu durumda, ikinicinin ortasındaki gri dairenin büyüklüğü, birincideki siyah-beyaz iki noktanınki kadar olabilir, olmayabilir de.) Kırınım saçakları için 1 yol: Kırınım geometrisi aracılığıyla ek daireler. (Nisan 2007) ARİSTO - LAO TZU PROTO-SENTEZİ GİRİŞ Felsefe tarihi, Eski Yunan’da ve Eski Çin’de M.Ö. 5. Yüzyıl’da diyalektiğin tasarlanmasıyla aşağı yukarı eşzamanlı olarak bir ilk zirve yaşamıştır. Bu ikisemin iki düşünürü Aristo ve Lao Tzu’dur. Tartışmamızı onların düşüngüleri üzerinden yürüteceğiz. Aristo Kategorisi Aristo; Eski Yunan’daki ‘Sokrat-Platon-Aristo’ düşünür üçlemesinin son ayağıdır. İlk usta Sokrat hiç kitap yazmadı. Geriye kalan ikili, uzun yüzyıllar boyunca birbirinin karşısavı sayıldı. Platon idealist sayılırken, Aristo dünyevi sayıldı. İronik olan durum, tek tanrılı Hristiyan dininde, başta lanetlenmesine karşın, temel akıl yürütmelerde (teolojik mantıkta) Aristo’nun temel taşı sayılması ve Aristo’nun tamamlayamadığı düşüncelerini yüzyıllar sonra Hristiyan papazlarının tamamlamasıdır. Aristo, tarihteki sanat değilse bile, bilim ve düşün doruklarından birini oluşturan Eski Yunan kültürünün temsilcisidir. Anımsayalım: Geometriyi Eski Mısır, aritmetiği Eski Yunan, sıfırı Hindistan, cebri İslam Kuzey Afrika’sı, analizi Avrupa icat etti. Bugün ‘bilim’ dediğimiz şeyi Eski Yunan başlattı. Yani, zihinsel dorukların kültürel doruklarda çıkması raslantı değildir. Aristo kendi mantığını kurarken, durumu açıkça beyan eden Euclid geometrisini onun mantığı üzerine, Newton ise fiziği her ikisinin düşünceleri ve denklemleri üzerine kurmuştur. Bu da eşlenik paradigmaların eşzamanlı-eşmekanlı yaratılmadığının bir göstergesidir. Newton Fiziği’nin karşısavı Einstein Fiziği’nin de Aristo Mantığı’nı kullandığını belirtmekte yarar var ki bu da başka bir eşleniksizlik durumudur. Aristo’nun biyografisindeki en büyük çelişkisi Büyük İskender’dir. İlk dünya fatihine hocalık yapmak, Aristo’ya yarar yerine, zarar getirmiş ve onun ölümünden sonra öldürülmesine ramak kalmıştır. Bu nedenle bu açıdan, savaşa hiç bulaşmayan Lao Tzu’nun karşısavı sayılır. Aristo metafiziğin başlatıcısı sayılır ki mutlaklık arayışı sonradan İslam da dahil, tek tanrılı dinlerin temeline bu düşüncenin yerleşmesine neden olmuştur. İslam’ın ilk rönesansında 10. Yüzyıl’da Ön Asya’da Aristo’ya şerh yazmayan İslam alimi kalmamıştır. Sokrat Platon’un hocasıysa, Platon da Aristo’nun hocasıdır ve ustalıkta boynuz kulağı her zaman geçer. Bugün Platon’un akademisi ve Aristo’nun lisesi hala okul adlandırmalarında kullanılıyor. Lise akademiye karşısav olarak tasarlanmış ama bu konumuz dışında. Platon’un da epeyi kitabının bugün bile hala var ve okunur olduğu düşünülünce, elimizdeki ilk yazılı kayıtlı usta-çırak ikilisi onlar olsa gerek. Lao Tzu Kategorisi Lao Tzu’nun da Sokrat gibi hiç kitap yazmadığı rivayet edilir. Ülkedeki (ya da bizim deyişimizle ‘beylik’lerdeki) kaos nedeniyle Çin Seddi’nin arkaik versiyonlarından birini geçerek batıya doğru giderken, bir sınır muhafızının talebi üzerine, düşüncelerini ona dikte ettirdiği de rivayet edilir. Bu açıdan Sokrat ile özdeştir. Lao Tzu da üçlemedir. Önce Konfiçyus ile ikilidir, sonra ilk savaş kuramı başustası Sun Tzu ile üçlüdür. Konfiçyus-Sun Tzu barış-savaş diyalektiğidir. Konfiçyus-Lao Tzu (somutçuluk : davranışçılık) pragmatizm-soyutçuluk (tutum) diyalektiğidir. Lao Tzu-Sun Tzu savaş-savaş diyalektiğidir (ki bu savaş-barış diyalektiğinden daha işlevseldir), burada Sun Tzu edimcidir / davranışçıdır, Lao Tzu savaşın zihinde kazanılacağını öngörür. Bu üçlemenin tam açımlanması, 20-25 paragraflık bir metin gerektirir ama bunu geçiyoruz. (Bakınız: ‘Sun Tzu – Konfiçyus – Lao Tzu Triyalektiği’ metni.) Çin 2.000 küsur yıllık meteoroloji, 1.000 küsur yıllık astronomi kayıtlarıyla tarihin en sürekli kültürel örneğidir. Eski Çin, Eski Yunan gibi bir bilim merkeziydi ama eşzamanlı olarak onun kadar gelişkin bir kültür yaratamadı. Eski Yunan’ın yayılımcılığına karşın, Çin’in çağlar boyu işgal eden değil, işgal edilmek istenen uygarlık konumunda olduğunu anımsamak gerek. Yine de, yazısıyla ve diniyle Kore’yi ve Japonya’yı tümüyle etkiledi. Çin tüccarlar tüm Pasifik adalarında ticaret yaptı. Bugün bile oralarda Çinliler hala önemli bir azınlık durumundalar. Ancak ‘insan’ sözcüğünü yalnızca kendi ulusları için kullandılar ki bu Eski Yunan’ın kendilerinden başka herkesi barbar sayan anlayışının da ötesindeydi. Aristo-Lao Tzu Diyalektik Dilemması Diyalektik dilemmalar (ikili olumsuz durumlar) şunlar demektir: Bir: Karşıtlıklar kimi birbiriyle özdeşleşir, kimi birbirinden ayırtsızlaşır, kimi birbirinden uzaklaşır. O nedenle değil sentez, dekadans bile ortada yoktur. İki: İki sav, çarpışıp birbirini durduran iki top gibi birbirini bloke de edebilir. Bunda kültürlerin saçılımlarının payı yüksektir, yani kültürlerin iç momentumlarının çoğu karşılıklı olarak bir diğeri tarafından soğurulur, geri kalanı da dağılır gider. Örneğin istilacı barbarlar uygar kentliler tarafından uyruklaştırılır, Çin’in Türkler’e kezlerce yaptığı gibi. Eski Yunan ve Pers de birbirini yok etti. Adı bugün bile hala olumsuz anlamda anılan kral Nemrut ikisi arasında bir sentez denedi ama ülkesi kısa sürede çözüldü. Eski Yunan’ın sonunu fatih İskender’in getirmesi de tarihin bir esprisi. Aristo’ya bakalım: ‘Eski Yunanca-Süryanice-Arapça-Latince’ gibi bir diziyle toplamda 1.500 küsur yılda çok aşamalı olarak (çok ülke gezerek) bugünkü konumuna kültürel olarak evriltilmiştir. Hristiyanlık düşüngüsü tarafından kezlerce lanetlenmiş olmasına karşın, bugün onun belkemiğini oluşturmaktadır. Ayrıca, başyapıtı ‘Metafizik’in ne kadarını onun yazdığı şu an belirsizdir. Adıyla anılan mantık ise, onun tarafından oldukça eksik olarak icat edilmişti, sonradan tamamlandı. Lao Tzu’ya bakalım: Aynı biçimde bugün elimizde olan kitabını onun yazıp yazmadığından emin değiliz. Hatta bir ara yaşayıp yaşamadığından bile emin değildik. Kitabı denli, şerhleri de önem taşıyor ki Sun Tzu için de öyle. Asıl önemlisi, Çinliler’in bir davranışı: Çinliler, ölmüş ve yaşayan bütün dillerdeki ‘Tao te Ching’ kitabı çevirilerini yeniden gerisin geri Çinceye çeviriyor ve bunları yeni birer kitap sayıyormuş. Koşut bir örnek: Türkçe’de 5 çeviri var ve biri diğerine hiç mi hiç benzemez. Bu Kuran tefsirinden farklı bir durum. Çince’nin yapısından ileri geldiği öne sürülen, aynı sözcüğün çok simge-anlam taşıyabilmesi nedeniyle sürekli çoğul okuma yapılabilmesi durumu sözkonusu, yani sözcükler yalnızca sözlük anlamlarıyla bile çok anlamlı, yoksa ‘Arapça değil mi, uydur uydur söyle’ durumu ortada yok. Bunlar eksiklikler. Şimdi de tamamlıkları karşılaştıralım ve karşıtlaştıralım: Önce özdeşlikler: Bir: Eski Yunan ve Eski Çin; bugün ‘katı, sıvı, gaz, plazma’ olarak telaffuz edilen maddenin temel fazlarını, yine onları temsil edebilecek biçimde ‘toprak, su, hava ve ateş’ olarak ortak biçimde telaffuz etmiştir. İki: Kültürü kültür yapan yazıdır, her ikisi de yazılı kültürlerdi. Üç: İki uygarlığın da yükselişi kendi iç devimselleri denli, dış etkilerle de olmuştur, yoksa bu dönemin ardından her ikisi de aynı kültürlerle inişe geçmese gerekti. Sonra karşıtlıklar: Bir: Aristo bir göreli dünya fatihinin izinde batıdan doğuya yol alırken, Lao Tzu bir iç savaştan dolayı, doğudan batıya yol almıştır. Öyküsünün sonu hakkında bir rivayet bile yok. İki: Aristo dış-kültür ile ilgilenirken, Lao Tzu iç-zihin ile ilgilenmiştir. Aristo’ya göre bir insan ya erdemlidir, ya da erdemsizdir. Lao Tzu’ya göre erdem erdemsizliktir. Aristo’nunki analitik diyalektik, Lao Tzu’nunki sentetik diyalektiktir. Aristo’nunki içkin diyalektik, Lao Tzu’nunki aşkın diyalektiktir. Aristo’nun savı ne demektir? Bir: İki değerli bir mantık sözkonusudur. Ancak bu mantık büyük sayıda önerme dizili akıl yürütmelerde giderek gevşekleşir ve geçersizliğe limitlenir. İki: Diğer bir deyişle Aristo Mantığı, önermelerin içerik büyüklüğü sıfıra limitlenince, yani bilgisayar mantığı gibi geçerlileşir. Lao Tzu’nun savı ne demektir? Bir: Bir doğruyu ‘-/0/+’ diye bölelim. Eksileri ve artıları logaritmik ölçekle küçültelim. Eşit uzunlukta ama logaritmik skalalı iki doğru parçamız olur. Her ikisini de sıfır noktasından bükerek birer çember yapalım ve üstüste çakıştıralım. Bu durumda birbirinin karşıtı olan artı ve eksi değerler içiçe olacaktır ve şöyle denilebilecektir: “Artı eksidir ve tersi de.” İki: Çok iyi davranma arzusu kişiyi kötülüğe götürebilir ki genelde götürür de. Üç: Erdemsizlik olmasaydı, erdem tanımlanamazdı. Dört: Aristo’nun iki değerliliği geçersizdir. Bir davranış aynı anda bir açıdan iyi, bir açıdan kötü olabilir, yani tutarlılık geçerliliği tümüyle kapsamaz. Dolayısıyla ikisinin karşıtlıklarının birbiriyle ve gerçek yaşamla örtüşmediği epeyi durum var olabilir. O nedenle Aristo-Lao Tzu sentezi tümel bir çözüm olmayacaktır. Doğu-Batı ikisemine Kuzey-Güney ikiseminin çakılması ama hala sentezin yaratılamaması gibi bir durum sözkonusudur ve olacaktır. Asıl metafiziği içerik olarak Lao Tzu tasarlamış olmasına karşın, Aristo yalnızca bir önceki kitabı ‘Fizik’ adını taşıdığı için, ‘Metafizik’ kitabına ‘fizik sonrası’ anlamında ‘Metafizik’ demiştir. Lao Tzu’nun kitabının başlığı ise Türkçe’ye ‘Yüce Aklın Erdemi’ ve ‘Yol’ olarak çevrilmiştir. Bugün ‘Taoizm’ dendiğinde, ‘sonsuz yürünen bir yol’ anlaşılmaktadır ki bu tamamen metafizik bir süreçtir. Her ikisinden sonra onlarca metafizik kategori tanımlanmış olduğu için, her ikisi de biricik veya tümel kapsamlı düşüngüler değildir. Felsefe tarihinin gösterdiği budur: Tüm filozoflar mutlak olmak ister ama onu göreli kılacak diğer bir filozof er geç mutlaka çıkar. GELİŞME Diyalektik-Poliyalektik Açılımları Aristo’nun analitik diyalektiğinde, bir şey ya erdemlidir, ya da erdemsizdir. Lao Tzu’nun sentetik diyalektiğinde erdem erdemsizliktir. Hegel’in (Kant’tan devralınmış) triyadik diyalektiğinde sentez denli, dekadans da bir olursaldır (contingency). Marx’ın diyalektik materyalizminde karşıtlar çelişir, çatışır ve sentezlenir. Buraya kadar hepsi pozitif diyalektikti. Adorno’nun negatif diyalektiğinde karşıtlıklar ve çelişkiler birbirine karıştırılmadan birarada tartılır; karşıtlığın iki tarafı diğeri üzerinden dolayımlanmadan, en keskin ucuna doğru sürüklenir. Buraya kadar hepsi düzüne diyalektikti. Tersine diyalektikte, karşıtlıklar birbirine yaklaşmaz, mesafeli kalır veya birbirinden uzaklaşır. (Daima savaş olacak değil ya.) Bu tutarlı değil, geçerli bir durumdur. Çokkültürlü toplumlarda, örneğin cumhuriyet dönemindeki Türkiye’de, tüm ayralların birbirine anlayış değil, düşmanlık ve saldırı gösterdiği gözlenir. 1985-2000 arasının en mağdur ayralları sayılan Kürtler’in, bırakın eşcinsellere veya uyuşturucu bağımlılarına karşı, kendi halkından astlarına karşı bile sürekli faşistçe davrandığı bilinir. Keza köylülerin zenginkondulaşması, 1983-1998 arasında diğer gecekonduluların mal varlığını tam bir talan ve yağmaydı. Öyle ki: Anadolu toprağının bu nedenle yüzyıllarca çölleşmesi gündemde. Buraya kadar hepsi diyalektikti. Ursula K. Le Guin’in çoğul (üçlü) diyalektiğinde 3 tane karşıt 2’li sav vardır. ‘Mülksüzler’ romanında bunlar çelişir, çatışır ama sentezlenmez. Alana 4. kategori-novum girer ve öykünün sonu boşlukta kalır. O demez ama biz buna ‘triyalektik’ diyebiliriz. 2’den 3’e yol varsa, 3’ten 4’e, 4’tan çoka ve/ya sonsuza da gidebiliriz ya da o yolu tanımlayabiliriz. Konulu tanımlarla, diyalektikten ve 2’den sonrasına ‘poliyalektik’ diyoruz. Tanım gereği, poliyalektikte ‘n x (n-1)’ adet 2’li karşıtlıklar, yani diyalektikler koyabiliriz. Şerh: Bir kategorinin kendisiyle çelişkileri, özdeşlik ilkesinin sorunsalıdır. Diyalektik, Aristo’dan Adorno’ya dek, özdeşlik ilkesini sorgulamaz. Buradaki parçalarda, Adorno’dan sonrasında sorgular ama o başka bir metnin konusu olur. Artı-ekstra çıkma: Bu karşıtlıklar bir düzlemde 180 derece açılı 2 ışın olarak tanımlıdır. Bunları 90 derece açılı, yani birbirine dik olarak yeniden tanımlarsak ve yeni bir öğeyi alana sokarsak, birbirine karşıt olan 3 adet 2’li yine olur ama bu durum biraz daha farklı bir triyalektik / poliyalektik olacaktır. Birim, ters ve geçersiz işlemler farklı tanımlanacaktır. Karşıtlıklar birbirine tersinmez işlemlerle dönüşebilir olacaktır ki Le Guin bir bakıma bu tür bir triyalektik tasarlamış oldu, çünkü Anarres bir bakıma Urras ile, bir bakıma A-İo ile özdeştir ama hiç biri verili yerzamanda diğerine çevrilemez, başka bir deyişle en keskin devrim bile %o 5-100 tümel değişim demektir. Buraya kadar düzüne poliyalektikti. Tersine ve negatif poliyalektikler de olabilir. Lao Tzu-Aristo sentezi de bu tür açılımlar içerebilir. Aristo-Lao Tzu Poliyalektiği Aristo-Lao Tzu karşıtlığı, Batı-Doğu, Avrupa-Asya karşıtlıkları demekti, hala öyle ve bir süre daha öyle kalacak. Tarihte eşzamanlı olarak bu denli zamansal-mekansal makro ve birbirine karşıt iki kategori kolay kolay çıkmaz. 20. Yüzyıl’daki AB-ABD (bir söylemde Birinci-İkinci Dünya ama yüzyılın başında ve sonunda farklı iki karşıtlık tanımlıydı), ABD-SSCB (kapitalizm-sosyalizm ve başka söylemle Birinci-İkinici Dünya), ‘Birinci-İkinci-Üçüncü’ Dünya karşıtlıkları bundan çok çok küçüktü. Eski Yunan ve Eski Çin birbirinden uzaktaydı, tersine poliyalektik buydu, yani fiilen o zaman hiç çatışmadılar. Bugün temastalar ve düzüne poliyalektik sözkonusu: Çatışma var ve sentez arayışı da var. Diyalektik dilemmaların tersine poliyalektiğinde, iki kategoriyi birbirinden uzakta tutmak evladır ama artık ABD-Çin çatışması nedeniyle düzüne poliyalektik var. ABD (Roma-AB adımları ile) Eski Yunan’ın ardılı, Yeni Çin Eski Çin’in ardılı olduğu (ya da öyle saydıkları) için ikisinin savaş alanında, yüzyıllar önce ölmüş iki usta da kitaplarıyla kuramsal olarak çatışmakta. Diyalektiği poliyalektik yapıcılar / yükseltgeyiciler, yani diğer öğeler, AB, Hindistan ve Japonya’dır. Çin dünyanın bir nolu ekonomisi olmakta. Yalnızca 10 yılda uzaya insan yolladı. Yeryüzünün en eski kültürü. Ateist engizisyonun biricik örneği durumunda. Çin yapımı dövüş filmleri ABD popüler kültürü ürünü oskar kazandı ve Çinli yönetmenler Holywood’da çok seyredilen filmler yapıyorlar. ABD dünyanın bir yerine, dört nolu ekonomisi olmakta. Mars’a insan yollayamıyor. Yalnızca 230 yıllık bir kültür. Katolik engizisyona yakın konumda. Şiddet filmleri Çinliler’inkilerin yanında çocuk oyuncağı kalıyor ve ABD’li yönetmenler Çin’de film yap(a)mıyorlar. ABD Çin’e yenilmeyi hazmedemez, 11 Eylül’ü hazmedemediği gibi. 1997’de eski Yugoslavya savaşlarında, Belgrad’daki Çin konsolosluğunu ABD uçakları bombaladı. Çin ABD’nin tüm teknolojik sırlarını çalıp bir de alay etti: Hırsızlar hırsızlıktan yakınıyor. Çin ABD’den daha acımasız, ABD’nin Hitler Almanya’sından daha acımasız olması gibi. Bu savaşın kazananı olmaz. Dolayısıyla karşılaşma / temas başladı ve çatışma adım adım ilerliyor. Bu durum, kriz zamanlarında dehaların artması ve Aristo’nun Orta Çağ koşullarında tamamlanması gibi, yeni kriz döneminde de yeni bir novum-sentez başlangıcı umduruyor. Aristo-Lao Tzu sentezi, Aristo’nun Avrupa kültürüne yerleşmesi gibi yavaş yavaş ve kesintili ilerleyen global-düşüncesel bir süreç olacak. Yine de, gerçekleştirilmesinin 22. Yüzyıl’ı bulmayacağını rahatça önesürebiliriz. O kadar uzarsa tamamlanamaz, dinamikler elvermez. O zaman da ‘proto-’ olarak kalır. Aristo-Lao Tzu Poliyalektiğini Mantık Temelinde Örnekleme Özdeşlik İlkesi Aristo Mantığı’na üçüncü şık girince, dördüncü ve ‘n’inci şıklar da girer. Mao’nun 3 dünya teorisinde, 2. Dünya şimdiki AB olarak tanımlanırken, Varşova Paktı olarak da tanımlanabilirdi. 3. Dünya Hindistan tarafından tanımlandığında, Çin 3. Dünya iken, Mao öyle söylemese bile 1950’de Çin 4. dünya bile değildi. Bugün ise Çin 1. Dünya’da. Aynı dizide 4. dünya Afrika ülkeleri, 5. dünya küçük ülkeler, 6. dünya ülkesiz halklar, 7. dünya ayrallar olur / olmuştu. Tüm bunlara karşın, bu tanımlamada % 50’lik makro kadın kategorisi yine yer almamış olurdu. A ve A’ bütün (tümel / evrensel küme) ediyorsa, La Tzu’da bütün ikiye ve kendi içine katlanmış olur. Burada novum olmaz. Sentez de olmayabilir, olursa da başka yoldan olur. Bir de bir düzlemdeki bir çembersel ötelemenin / evirtimin çemberin içinde başka, dışında başka işlediğini de hesaba katmak gerekli, bunun mantıksal versiyonunu tasarlamak uygun. Bütün-Parça İlintisi Bütünün parçalarının toplamına eşit olduğu durumun dışında, küçük ve büyük artı farklı olduğu durumlar da eklenebilir. Sentez daha çok farklılık olarak düşünebilir. Biyolojideki mutasyon da mantıksal bir farklılıktır, bir parçadaki özdeşlik ilkesi bozulunca sonuç tümden farklı ve henüz tanımlanmamış olabilir. Neden-Sonuç İlintisi Birebir neden-sonuç ilintisinin yerine, 15 doğrusal olmayan zaman ve 14 birebir olmayan neden-sonuç ilintisi tanımlanabilir (bakınız: ‘Doğrusal Olmayan Zamanlarda Neden-Sonuç İlintileri’ metni). Doğrusal olmayan zaman heterojen, süreksiz, tersinir ve çoklu artı (doğrusal zamanlarla da) bunun ikili, üçlü, dörtlü kombinasyonları olabilir. Birebir olmayan neden-sonuç ilintisi, sıfır, epsilon, bir, iki, çok olarak ‘n-e-n’ kombinasyonuyla tanımlanabilir. Ortaya çıkan kalabalık permütasyonlardan birkaçı ileride sentezin geleneği kılınacak. Proto-Sentez Süreçleri Proto-sentez, çünkü sonuç kesin kalmayacak ve tama hemen yükseltgenmeyecek. Felsefi bir dene-yanıl / yap-boz sözkonusu. Sentez, çünkü bunu olanaklı kılacak koşullar giderek daha çok oluşmakta. 2.500 yıllık kültürel saçılım lifleri şimdilerde üstüste odaklanıyor ve içiçe geçiyor. (Saçılım lifleriyle kültürel neden-sonuç ilintileri akışında oluşan ve ileride paradigmaları oluşturabilecek ön ve alt paradigmalar kastediliyor.) Bu; metafizik-fizik (bilim), diyalektik-poliyalektik, Doğu-Batı, savaş-barış (proto-)sentezleri de demek olabilir. Bu (proto-)sentezi Çince(ler)’deki Arito’nun ‘Metafizik’ çevirileri etkileyebilir. Kimbilir, belki de etkiledi bile. Çin felsefesiyle İslam felsefesini eşleştiren bir Japon yazar okuduğuma göre, bu da pekala mümkün. Metafizik-bilim sentezi şu demek olabilir: Öncelikle, uzmanlık-disiplinlerarasılık / çokdisiplinlilik sentezi. Bir uzman hiçbirşey hakkında herşey bilendir. Bir disiplinlerarası / çokdisiplinli herşey hakkında hiçbirşey bilendir. (Ara katkı önerme: Bilinenleri bilmeyen biri bilinmeyenlerin bilinemeyeceğini bilemez.) Çinliler ise bilme hakkında şöyle söylerler: Bilmeyip bilmediğini bilmeyenden sakının. Bilmeyip de bilmediğini bilene öğretin. Bilip de bildiğini bilmeyeni destekleyin. Bilip de bildiğini bilene karışmayın. Bilgi Çağı’na girdiğimiz kesin. 20. Yüzyıl tüm geçmişin katları düzeyinde bilgi üretti. 21. Yüzyıl bunu üssel olarak aşabilir. Gereksinim duyduğumuz düşünce aracı, yeni bilgilerden çok, bilgisel bir kavramsal çerçeve ki 26 olası Aristo-değil Mantığı Lao Tzu negasyonları sentezletebilir. Diyalektik-poliyalektik sentezi, Aristo ve Lao Tzu adlarını birarada telaffuz ettiğimiz an kendiliğinden sözkonusu olur. Bu süreç, ‘Diyalektik-Poliyalektik Açılımları’ bölümünde açımlandı. Dizilerin tümlev aracılığıyla bir fonksiyonun alanını verebilmesi gibi, bu sentez düşüngülerin limitsel kaplamlarını ve kapsamlarını panoramalayabilir. Yeni ürün, düşüngülüre ikili değil, çoklu doğru qarçaları olarak geometreliyebilir. Doğu-Batı sentezi, Hristiyan ABD’nin hatası nedeniyle 100 yıllığına imkansızlaştı. Bu yüzyıl aynı zamanda gıda, enerji, çevre ve nüfus krizleri de demek. İnsan türü bitmez ama gerçek bir nüfussal azalma yaşayabilir. Dünyanın en büyük iki dini birbirine yeniden silah çekmiş durumda. Bu da sonul çözümün icadını geciktirecek ama tarih çok sabırlıdır. Savaş-barış sentezi en zor alan. Daha önce topyekun ve imhasal savaş tanımlanmıştı ama gerçek anlamıyla kanıtlanmamıştı. 11 Eylül 2001 bunu kanıtladı ve Sun Tzu’ya artı Büyük İskender’e şerh yazdı. Sivillerin savaştan masum ve masun olmadığını, burjuva barışının dünyanın yarısından çoğu için savaştan daha ölümcül olduğunu da biliyorduk. Bilmediğimiz, çok çok büyük bir yıkımın çok çok ucuza mal edilebileceğiydi: 1 milyon ölü ve 100.000 dolar ama yalnızca 1 saat, İskender gibi yollarda ölmek gerekmiyor artık. Keza, ABD’nin topraklarında ilk kez vurulması muazzamdı. Sonuçta, nasıl ki artık herkeste atom bombası olduğu için kullanılamayacaklarsa, Yanki kültürünün çok yücelttiği bireysellik biçiminde, tek bir kişi 1 milyon ölülük bir intikam alabilecek duruma geldi ama yapılmayabilir. Bunun uzaya yolculuğun resmi ve devletsel çabaların dışında, binde bir maliyetlerle becerilmesi de raslantı değil: Duvar yıkılıyor ve yarının ışığı bir kez daha doğudan geliyor. O ışık hidrojen bombasının ışığı da olabilir, yeni bir yolun ışığı da. SONUÇ Binlerce yıllık zihinsel-kültürel yoğunlaşmalar yaratmak düşünce tarihinde pek sık raslanır durumlardan değil. O nedenle referans alınabilecek usta beyin yok. Tüm ilklerin belirsizlik taşıması ve söylem titrekliği gibi sorunlar bu metin okunurken dikkate alınmalı. Açıklamalar Tarihi 5.000 yıllık bir bütün olarak gören anlayışlar var. Sonuçta ‘tarih’ dediğimizde anladığımız şeyde yazı, kent, din, savaş ve ticaret hep vardı; ancak uzay kentlerinde bunlar olmayabilir. İrdeleme için aldığımız dönem ölçeği, varsayım aldığımız ölçütler de demektir kendiliğinden: Fernand Braudel 1500-1750 arasını da, 1750-2000 arası kapitalizme katarken, emperyalizm zaten kapitalist döneme ait değildi ve sömürgecilik sanayileşmeden büyük bir ekonomik / kapital büyüme getirmişti. Böyle yaptığımızda devrimin neden İngiltere’de olmadığı kolayca anlaşılabiliyor, çünkü İngiltere İspanya’yı 1600’de yendi, ABD İngiltere’yi 2000’de yendi. Avrupa’nın dünyaya yayılışının başlangıcı, bugünkü İsrail’i kuracak olanların Musevi atalarını İslam’ın Hristiyanlık’ın elinden kurtarışı, Hristiyanlık’ın İslam’a yenilişinin simgesi olan İstanbul’un yitirilmesi ve Hristiyanlık’ın İslam’ı yenişinin simgesi olan İspanya’nın yeniden fethi ile eşzamanlıdır. İslam ve Hristiyan Dünyası, 1350 yıldır burun buruna. İspanya’dan Nijer-Nijerya üzerinden geçen bir çizgiyle taa Kamçatka’ya dek bir fay hattı sözkonusu. İslam 700-1500 arasında İspanya’daydı, Hristiyanlık 1950’den beridir Kore’de, Nijer-Nijerya 250 yıldır din savaşları yaşıyor. Avrupa’nın 1500-2000 arasındaki, yayılmacılığı 1000-1500 arasındaki istila ve Orta Çağ dönemleri nedeniyledir ki aynı dönemde 4 engizisyon sözkonusudur. Bu 500 yıl boyunca Asya halkları Avrupa halklarını gerçekten mahfetti. Bütün büyük yayılmacılar 500 yılda ortalama 100 küsurar savaş çıkardı ve Avrupa’nın haritası 1.000 küsur yıldır kabaca aynı ve ne AB, ne de BM üyesi olan İsviçre 500 yıldır savaşmıyor ve Avrupa’nın ta merkezinde. 250 yıllık 1. Sanayileşme ve 50 yıldır kırıntıları oluşturulan ve 2250’de tamamlanacak olan 2. Sanayileşme (robot, bilgisayar, internet, uzay), ileride birarada 500 yıllık bir ‘Sanayileşme’ olarak tanımlanacak. Yani: Büyük zamanlı ölçeklerde tarihsel olgu örüntüleri gerçekten anlamlıdır. Örnekse, 11 Eylül 2001’den beridir AB, artık tarihin ekseninden çıkmaya başladı ve Çin işin içine girmeye başladı. Tarihte kimi bazı sentezler oluşur. Bilimsel paradigma sıçramaları bunlardan birisidir. Aristo-Euclid-Newton dikmesi mekan-zamansal bir örnektir. Sentezler her zaman olumlu sonuç vermeyebilir. Einstein-Planck-Heisenberg triyalektik trilemması bunlardan birisidir, geçmiş ve gelecek yüz yılar için ışık hızından hızlı yolculuğu engelleyen bir paradigmatik kritik eşiktir. Tarih başka türlü 5.000 yıllık olarak da düşünülebilir: Geriye doğru Aristo-Lao Tzu zamanına dek 2.500 yıllık, geleceğe doğru 2.500 yıllık ve 4500’e doğru olmak üzere, iki parçanın toplamı olarak. Bir de onu irdeleyelim. Çıkış • Bir metnin yazılması zihin-kültür çakışımı istiyor, Aristo’nun Heraklit’ten beriki öncülleri ve sitelerin boş gezen düşünürü beslemesinin ‘Metafizik’i yazdırması gibi. Bu metin yazılmayı 18 yıl bekledi. Bir felsefe metnini yazmak dansetmek denli zor. Düşüncenin koreografisini adım adım tasarlıyorsun ve zihnini zorlarsan kol bacak gibi beyin de kırılabiliyor. Bu zihinsel uygunluk, kültürel ve tarihsel uygunluk ise şöyle: • Tarih 2.500 yıllık bir odaklanma ve sentezlenme dönemine girdi. Bu sürece dahil olmayan öğeler var. Onlar, tarihte engizisyonlar, fetretler, orta çağlar, gübrelenmeler, fermentasyonlar, harmanlanmalar ve melezlenmeler yaratacak. Novumlar, yani felsefi açıdan yeni ve farklı düşünceler hep bu süreçlerin oluştuğu yerzamanlarda ortaya çıkıyor. • Aristo-Lao Tzu dikmesi büyük sayılar kuramına uyuyor. Onların örüntüsü bir 10.000 yıl daha belirgin kalır. Ne zaman ki dünya dışı uygarlık dünya içi uygarlığı geçer, o zaman onlar da devredışı ve geçersiz kalacaktır. Aristo’nun dünya dışına yolculuğu düşünmemiş olması çok üzücü. • Aristo-Lao Tzu ikisemi, ilkede ateizmi imler. Bunun nedeni, Aristo’nun geleneğini sürdürtdüğü üç tek tanrılı dinin kendiliğinden engizisyonu ve Lao Tzu’nun geleneğini yarattığı dünyanın kendiliğinden tanrısızlığıdır (Uzakdoğu Asya dinleri tam anlamıyla atesit sayılmazlar). Ateizm-teizm arasındaki salınım binlerce yıl daha sürecek. O nedenle Arist-Lao Tzu sentezi konusunu aşar ve uzaycılıkta bile sürer ama dünyadakinden oldukça farklı biçimde. • Yine de 250 yıl sonra gibi, odaklanma yeni bir saçılıma dönüşecek. Düşünce momentleri bunu gerektirir yönde imler veriyor. Bu çözülme ve yoğunlaşma bir kaç kez yinelenir ki bu da bir kaç bin yıl alır. Sorun, geçmişteki ve gelecekteki odaklanmaları bir zihinde birleştirmeyi mümkün kılmak. Gelecekbilim tam bilimleştirilince bu da mümkün olacak. • Biyografi-zihnime katlanıp sığdırılabilen kategoriler şimdilik bunlar. Ölmeden önce muhakkak bir iki düşüngü momenti daha ekleyeceğim. Örneğin, iki 5.000 yıllık tarihsel anlayış sentezlenip, 7.500 yıllık bir artı-değer kategori bulunabilir. Ancak önümüzdeki 2.500 yıl için yaratılmış uzaycılık dikmesi bu görüşü yaratılmadan epeyi çürütmüş durumda. • ABD’li bir Aristo düşünemiyorum, ondan önce de ABD’li bir felsefeci düşünemiyorum. AB’li bir Aristo zor olur ama pekala olabilir. Tüm bilimkurgu roman yazarları Aristo olabilirlerdi ama onlar masif metinli felsefe yerine, seyreltik kurmaca anlatıyı yeğlediler. Bir tek felsefeci bilimkurgu yazarı olmaması da ayrıca ilginç, metinlerindeki felsefe oranı % 10’u ancak bulur ki bu da polisiye romandaki kadar demek. • Şimdiki Çin’den ikinci bir Lao Tzu gerçekten bekleyemiyorum. Şimdiki Japonya’dan umabilirim, modern dansları ‘buto’ bitmiş olsa bile. Vietnamlı Hristiyan film yönetmeni Tsui Hark isteseydi bir çeşit Lao Tzu olabilirdi, çok yaklaştı, teğet ıskaladı. • Kadın Aristo - kadın Lao Tzu olsaydı, sentez olasılığı bile olmazdı. Kadınlar kendilerini henüz tarihe sokamadılar, erkeklerin onları sokmasının da bir anlamı olmaz. • Ölümsüzlüğün çözümü, yeni bir Aristo’nun ve Lao Tzu’nun çıkma olasılığını giderek azaltacak. • Bu metnin geometrisi / grafı, üstüste binmiş iki sinüs eğrisi olarak tasarlanabilir, sinüslerin kesişim noktası ‘odaklanma süresi ve mekanı’ dediğim 50 yıllık zaman ve 3-5 ülkelik bölgedir. Eğer sentez tamamlanmışsa, bu metnin geometrisi Verhulst saçılımı olur. O zaman bu metin ve ötesi artık geçersizdir. Novum Çıkış bölümü genelde metinlerin son bölümü olur. Ancak bu metin, yazılışı gereği kendisinden fazla / aşkın (A>A) bir şey. Novum bölümü, o ötelemelerin bir derlemesi.

Mantıksal

“Bütün insanlar ölümlüdür. Sokrat bir insandır. Sokrat ölümlüdür. Kafa nakli yapılmış bazı klonları hariç.” → ‘A = A + ε’

ve/ya:

“Düşünüyorum, öyleyse varım. Varım, öyleyse yaşıyorum. Yaşıyorum, öyleyse öleceğim. Öleceğim, öyleyse yokum.” → ‘A = - A’

Geometrik

Aristo, eşmerkezli ve düzgün içiçe iki karedir. İç-küçük kare gridir. Aradaki bölge, dikey veya yatay olarak ikiye bölünmüştür, biri siyah ve biri beyazdır. Bu çizim; mantıksal olarak siyahta ‘SeP’, beyazda ‘SaP’, gride ‘Sip’ ve SoP’ demektir ya da başka bir deyişle siyah ‘hiçbir’, gri ‘bazı’, beyaz ‘tüm’ demektir..

Lao Tzu, Yin Yang’dır, yani bir çember merkezinden geçen, birbirine ters yönde çizilmiş ve kendisininkinin yarısı çaplı iki yarı çemberle ikiye bölünür. Dairenin yarısı siyah, yarısı beyazdır. Kurbağa yavrusuna benzeyen alanların siyah olanında beyaz, beyaz olanında siyah birer göz vardır. Bu çizim; mantıksal olarak ‘erdem erdemsizliktir’ değil, ‘erdem ve erdemsizlik içiçedir’ ve hatta ‘birinde diğeri küçük, diğeri birinde küçük olarak içiçedir’ demektir.

Proto-sentez, bir piramit oluşturacak biçimde dizilmiş küçük düzgün dörtyüzlü piramitlerdir. Eğer işlemi ‘n’ kere yinelersek, toplam piramit sayısı (1+ 2(2) + 3(2) + ... + n (2))’dır, yani ‘n’ye dek sayıların karelerin toplamıdır. Görüntü eşkenar üçgener benekli bir düzgün dörtyüzlüdür. Boşluklar beyaz, doluluklar siyahtır. Ancak, her siyah parça beyaz-gri-siyah arasında zaman içinde serbest ve düzensiz renk geçişimleri yapar. Yani, biçimin görüntüsü değişmez ama rengi belirsizdir.

Fizik

Planck’a inat parçanın bütünden büyük olduğu (10 üzeri eksi 18 santimetreden küçük ölçeklerin 10 üzeri 18 santim ölçekleri belirleyebildiği), doğrusal-dışı (tersinir, heterojen, süreksiz, çoklu) zamanlı, Ω’sının zaman içinde değişebildiği ve insan (ve post-n-insan) tarafından değiştirilebildiği, yani geleceği kesin olmayan bir evren modelidir.

Novum-Sentez

Mantık-geometri-fizik eşlenikliği, Aristo-Euclid-Newton’da olduğu gibi bu kez olmayacak. Aristo-dışı mantıklar hala yok. Euclid-dışı geometriler çok ama yenileri de yaratılacak. Newton-dışı fizikte iki makro kategori olan Einstein-Planck fiziği eşlenikliği yok. Aristo-dışı mantıklardan birinin Einstein-Planck sentezi değil, çifte negasyonu yapması daha evla görünüyor. Euclid-dışı geometrilerden topolojinin matematiğe (aritmetik, geometri, mantık, cebir, analiz dışında) yeni bir dal novumlaması mümkün. Bu iki önerme-durum dolayısıyla, novum-sentezler kırıntılar olarak yaratılacak ve bu da tarihte yeni boşluk dönemleri demek olacak.
(Ekim 2004)

Sun Tzu - Konfiçyus - Lao Tzu Triyalektiği

Mekan Antik Çin idi.

Zaman M.Ö. 600-400 arası idi. Bunda, Antik Yunan’daki Sokrat-Platon-Aristo zaman akışına benzerlik var.

Çin o zamanlar birleşik bir ülke değildi. İlk kez M.Ö. 200’de birleştirildi. Yunanistan ise, Eski Yunan tarafından ve zamanında (İskender tarafından bile, bugünkü sınırlarına kadar) birleştirilemedi. Onun yerine, aslında daha önce kurulan ve Eski Yunan’ın kültürel mirasını üstlenen Roma tarafından birleştirildi.

Sun Tzu savaş kuramı ustasıydı. Sonradan kendisine epeyi şerh yazıldı. Ancak Sun Tzu bugün bile hala kullanılacak derecede işlevsel olan kuramlar inşa etti. Onun ikinci ardılı Clausewitz, hem eserini yaşarken tamamlayamadı, hem de daha dar anlamlı bir savaş tasarladı. Yani Sun Tzu, göreli olarak 2.500 yıldır hem Doğu’da, hem Batı’da tümel kaldı ama şerhleriyle ve kırınım saçaklarıyla birlikte.

Konfiçyus gündelik yaşamla ilgili savlar önesürdü. Bu bakımdan Eski Yunan’daki hedonistlere benzer. Konfiçyus bu açıdan tikelcidir. ‘Günü kurtarmak’ doğulu sayılsa da, batılı örnekleri de çoktur.

Lao Tzu ise, ana metnin zaman içinde aşırı yorumlarla çok değiştiği hesaba katılarak, ilk doğu tümel kitabını yazmıştır. Tuhaf bir biçimde, Sun Tzu’ya şerh yazanların, Lao Tzu’ya yazmamış olmaları gerçeği var.

Konfiçyus-Sun Tzu ikilisi, barış-savaş diyalektiğidir. Aynı zamanda küçük-büyük / özel-genel diyalektiğidir ama açıkça değil.

Konfiçyus-Lao Tzu (somutçuluk : davranışçılık) pragmatizm-soyutçuluk (tutum) diyalektiğidir. Bu ayrım bugün bile dayatılmaktadır, tutum-davranış farklılığı olarak.

Lao Tzu-Sun Tzu savaş-savaş diyalektiğidir (ki bu savaş-barış diyalektiğinden daha işlevseldir), burada Sun Tzu edimcidir / davranışçıdır, Lao Tzu savaşın zihinde kazanılacağını öngörür. Bu sonuçsuz ve çözümsüz bir seçimdir. Ya ondasındır, ya da öbüründe ki Lao Tzu’nun temel deyişi ‘Lao Tzu Sun Tzu’dur’ der.

3’ü de analitik değil, sentetik, Batılı değil, Doğulu’dur. (Burada, İskender’in Uzakdoğu Asya Metafiziği ile tanıştığını gösteren belirtilerin, ancak 20. Yüzyıl’da bulunduğunu kayıt düşelim.)

Batılılar’ın Doğulular’ın ve Doğulular’ın Batılılar’ın eserlerinden haberdar olup olmadığını bilmiyoruz ama o zamanlar da uzun mesafeli ticaret vardı. Eski Çince bilen Eski Yunanlı birinin, Çin klasiklerini o dile çevirdiğini düşünmek zor ama ara çeviriler ve özetlerden haberdarlık mümkün. Tüm bunları, arada etkileşim varsa bile, yanlış anlamalı ve eksikli bir etkileşim olabileceğini belirtmek için kayıt düştük. Daha yakın mesafeli olan, Eski Yunan klasiklerinin Latince’ye Süryanice ve Arapça üzerinden çevirilerinde epeyi hata saptandığını da belirtmek gerek.

Her iki tarafta da ilk 3 başusta olması ilginç. Aynı zamanda, hem ardışıklık, hem de çatışma var ve bu olağan. (Teslis’te olağandışılık aranmıyor.)

Gelelim triyalektiğe:

Triyalektik, diyalektiklerin üçlemesi olduğuna göre, zaman serisi ve ardışık adımlı akıl yürütme açısından, aslında bütüncül tek bir sonuca varılacaksa da, ikili diyalektiklerden yola çıkarak ve onlara birer sonuncu ekleyerek, 3 ayrı triyalektik tasarlayabiliriz.

Tümellik açısından, en tümel Lao Tzu, sonra Sun Tzu, sonra Konfiçyus gelir.

Pratiklik açısından, en önce Sun Tzu (çünkü 3’ü de savaş döneminde yaşıyor ve savaşa farklı tepkiler veriyorlardı), sonra Konfiçyus, en son Lao Tzu gelir.

Global sentez / praksis olanağı açısından ilk önce Lao Tzu gelir, sonra Sun Tzu, sonra Konfiçyus gelir. Konfiçyus burada görgü kitabı düzeyine kadar iner.

Sun Tzu’nun Çin’i ilk birleştiren Qin’e danışmanlığı kabul edip etmeyeceğini bilmiyoruz. ‘Hero’ filminin açımladığı bir problematik var ortada: Sun Tzu’nun klanını katletse de o acaba Çin’in birleşmesi için kişisel kan davasından vazgeçer ve Qin’e hizmet eder miydi? Sonuçta, Aristo nasıl İskender ile yanlış bir seçim yapmışsa ve bu başta en doğru görünse de, Sun Tzu hizmetinde bulunmayı seçeceği kralın Qin karşısındaki tutumu ile aynı duruma düşebilirdi.

Tuhaf görünse de, günümüzde Taoizm olmadan savaş kuramı olamıyor. Yani, en soyut olan düşünür, en somut duruma yükseltgendi, çünkü savaş 2.500 yılda çok pratik bilgiler sundu bize. Gerçekte savaş, ‘Hero’ filminde tasarlanan Qin’in düşündüğünden çok daha acımasız ve tümel bir olgu. Bugün 500 yıldan önce bir global barış umamıyoruz ve bunun gerçeklemesi için en büyük 10 devletin parçalanması gerek ki bu durum Qin’in düşündüğünün tam tersi. Kaldı ki Çin, bugün tarihinin en geniş döneminde ve daha şimdiden Batı’ın faşizmini aştı ve 100 yıl daha herkese kök süktürecek.

Bu durumda:

Küçük ve öncül bir triyalektik dans olarak şunu tasarlayabiliriz:

Başlangıçta Sun Tzu ve Lao Tzu, uçlarda dağınık raksederken ve ortada Konfiçyus sakin bir biçimde iktidar kazanırken, bugün Konfiçyus kanalizasyona süprülmüş durumda. (Bakınız: Wilhelm Reich’ın ‘Dinle Küçük Adam’ı.)

Geleceğe doğru bakarsak:

En tehlikeli faşizm olasılığı hala Lao Tzu’dan ve taoizmden gelebilecek. Öyle ki onun düşüngüsü ölümsüzlüğe ve uzaycılığa da sirayet edecek ki belki etti bile.

Ancak, bu noktadan bakışla, gelecekteki 2.500 yılın ötesine, yani bugünkü 7.500 dünya sistemi tarihçemizin ötesine 3’ü de izdüşmüyor. Eski Yunanlı 3’lü de izdüşmüyor. Demek ki onların paradigmaları ancak şiddet ve savaşla tasfiye edilebilecek.

Bu, 21. Yüzyıl’ın başı vektör momenti ile geçerli bir paradigma. 12 Eylül 2001’de de geçerliydi ama yazıya dökülmesi ancak 2007’de oldu. (Şerh: Burada yazarlığımın serbestliğinin bu tür yanlışlar içerdiğini kayıt düşmüş olayım.)

Demek ki duvarı bu 6’lının merdiveni ile aşacağız ve duvarı geçtikten sonra da merdiveni sırtımızda taşımayacağız.

Dipnot: Bu bir bakıma, felsefenin büyük bir kültürel borç bırakarak iflası anlamına da gelebilir (ki Skolastik ile oldu da). Ancak, benzeri durumları daha önceki binyıllarda da çok yaşadık ve Orta Çağ’ların gerileme dönemlerindeki bilgi yitimi nedeniyle, bir kez daha eski düşünce savaşı araçlarımıza gereksinim duyduk ve onlara geri döndük. O nedenle, benzeri bir yinelenme durumu bizi şaşırtmasa gerek.

(8 Ağustos 2007)